26 Kasım 2010 Cuma

Çatı Uçuran, Sis Dağıtan, Yüz Okşayan, Saç Savuran: Bahar Yeliyle, Kara Yeliyle Rüzgar

Genizleri yakan, içi daraltan koyu kurşuni renkli sisin çöküp, üstünde kalan mavi, taze ve ferahlatıcı hava ile tüm bağları kestiği günlerin ağırlığını bıçak keser gibi kesip atandır rüzgar. Kirlilikten kurtuluşun, nefes alabilmenin anahtarıdır.

Rüzgara sadece rüzgar denilip geçilemez de. Türlü türlüdür esen yel. Kuzeyden eseni, denizden geleni, dağ esintisi taşıyanı, sabah yeli getireni, keşişlemesi, lodosu, poyrazı, karayeli farklı farklı eser, başka başka değer saçlara, çatılara, yüzlere, ekinlere. Hepsinin sesi de, vuruşu da ayrıdır.

Rüzgarda başaklar salınır da, eğilir de. Rüzgarına göredir eğilim. Serti de olur rüzgarın, okşarcası da. Okşamanın en belirgini ekin tarlarında görülür. Yeşil başakların, sarı olgun ekinlerin esen yelde başlarını yatırmaları, kıvrak olmayan ama soylu bir rakstır.

Saçları savurarak yüze hafifçe bir serinlikle değen rüzgar, en romantik rüzgardır. Filmlerin de vazgeçilmez konusudur bu rüzgar. Erkek, kıza sevgisini ve korumacı davranışını bu rüzgarla çoğunlukla gece serinliğinde gösterir, ceketini kızın ürpermiş omuzlarına koyarak.

Kirli havaların korkusudur rüzgar. Uğultusuyla ve çarptığı kapı pencere sesleriyle geliyorum haberini uçurur ilk, gittiği her yere. Ardından çoklukla yağmur da getirir. O yüzden bereketin ilk adımıdır rüzgar.

Rüzgar aşılayıcıdır. Çiçeklerin tozlarını taşır. Ağaçtan ağaca taşıdığı tozlarla meyveler olur, tohumlar olur. Toroslar’ın koca sedir ağaçlarından beyaz duman gibi yükselen tozlar, rüzgarın onları taşımasını bekler.

Rüzgar, en yüksek sesle dolanırken ağaçtan ağaca, o çiçekten bu çiçeğe, sessiz bir görev içindedir de hem.

Dağların açık havalarında, rüzgar bir başkadır. Yaban çiçeklerinin dokunaklı renklerinden söküp getirir bin bir çiçeğin buram buram ıtırını. Şehirlerde bu yabanıllık yitmiş olsa da, rüzgarın çiçek açmış bir ağaçtan taşıyıp pencere pervazlarına bırakıverdiği iğde kokusu da şehirde duyulabilecek en doyumsuz kokulardandır tıpkı ılık akışlı ıhlamur kokusu gibi.

Her yerin havası, kokusu, rüzgarı ayrıdır, Fethiye civarlarının da. Oralar günlük ağacı ile süslenmiştir. Küçücük günlük ağacı kozalakları ile döşenmiştir yollar. Yol boyunca, ufak çınar yapraklarını andıran yapraklarla dolu dallarını uzatırlar dostça gelip geçene günlük ağaçları.

Günlük kokusu en hatırı sayılır kokulardandır. Çok dar bir bölgenin, nazlı ağacının baş döndüren kokusunu yayar günlük ağaçları, rüzgarın cömert eliyle.

Rüzgar ulaktır, doğanın koşturan sesidir. Kokular serer balkon kapılarına, pencere önlerine günlük ağaçlarından, iğdelerden, kır çiçeklerinden, her renk güllerden çalınmış. Ağaçların, çiçeklerin tozlarını alır götürür onları bekleyen başka ağaçlara, çiçeklere. Rüzgarın haşmetli çığlığını duyan bitkilerin gönlü genişler, tozları taşınacaktır, çoğalacaklardır, bilirler sevinerek.

Rüzgarla depreşir pek çok duygu. Ilık esen bahar rüzgarlarıyla kaynar kanları yeni yetmelerin, yürekleri aşılanmak için sevda çiçeği tozu bekleyenlerin. Toprağı, çam dallarını, dağ başlarını, insanı yorarak geçen kışların bitiminde esmeye başlayan akışkan ılık bahar yelleri, kavak yelleri oluverir çoklukla daha onbeşindekilerin, onyedisindekilerin delikanlı gönüllerinde. Depreştirir ilk gençlik heyecanlarını, yürekleri yerinden fırlatır ılık bahar esintileri körpe yüreklerde. Gönülçelen oluverir kızlar, gönlü çelinen olmaya hazırdır zaten oğlanlar her baharda.

Rüzgarın halleri vardır, delice halleri, uslu, yumuşak başlı tavırları.

Aksaray’daki Güzel Baba Sokağı’nın başında, yıkılıp yerine derme çatma bir bakkal yapıldığı için artık bulunmayan eski ve tarihi Asmalı Çeşme, üç sokak ağzında yer alırdı.

Ana caddeden açı yaparak ayrılan iki sokaktan, tarihi taş Buharalı Derviş Emmi’nin camisinin bulunduğu sokakta, çelimsiz, çöpten çelebi ve yok yoksul biri yaşarmış yarım yüzyıldan fazla bir zaman önce. Bahar rüzgarlarında neşesi yerine gelir, ılgıt ılgıt esen ılık rüzgara karşı yürümeye doyamazmış. Olan tek kıyafetini yaz kış giyen bu kişinin eski gömleğinin düğmeleri çoktan düştüğünden hep bağrı açık gezermiş.

Baharda yüzünü okşayan rüzgarın tatlı okşamalarına ve burcu kokusuna doyamaz, cana gelir, efelenirmiş rüzgara şöyle diyerek “Es koçyiğidin bağrına es”.
Baharın sonu kış elbette. Koçyiğidin bağrına esen bahar rüzgarları güzün sonlarında sert esmeye başlar, hele ayazlarda dondurucu vuruşlarla değerek esermiş. O vakit çelimsiz koçyiğit, üzgün ve sitemkar bir yüzle rüzgara dönüp yakınırmış “Buldun benim gibi bir ceketsiz garibi, es bakalım”.

Çeşme’ye giden yolun artık sonlanmak üzere olduğunu, ilk sağdaki dağlarda gri metal rengini yükselten rüzgar enerjisi için dönüp duran rüzgar santralleri haber verir. Onlar, sesi uğultulu rüzgarı, hiç sesleri çıkmadan hapseder ve başkalaştırır.

Rüzgar, orda aşılanır. Artık aşılayıcı değildir oralarda, ağaçlarda olduğu gibi.

Bu santraller giderek çoğalıyor. Bu da dağların, ovaların, şehirlerin temiz kalmasına, yaşayan görünür görünmez her canlının suyunun, toprağının kirlenmemesine içtenlikle sevinen herkes için muştudur.

Aynı görüntüler birkaç yıldır Datça’da da var.

Çeşme de, Datça da rüzgarın kol gezdiği, esintinin soluklanıp soluklanıp nefesi tükenene kadar yelin her halini üflediği topraklardır. O toprakların rüzgarları, nasıl da faydalı olmaya başladı ışık olarak, karanlıkları aydınlatarak son yıllarda.
Rüzgara sevdalılar vardır. Çalının bülbüle, bülbülün çalının tepesine sevdası kadar bilindik olmasa da sevdaları.

Yelkenlilerin baş tacıdır rüzgar. Salkım saçak, süklüm püklüm duran beyaz yelkenler, hayat öpücüğü olacak bir rüzgar uğultusu bekler canlanmak için. O uğultu canlanacakları ilk nefestir, canları kadar sevdikleri rüzgarla dolacaklarının kulaklarına fısıldanışıdır.

Martı kanatları kadar ak kantlarıdır yelkenler, gemilerin. Açık denizlerin rüzgarları, yelkenlerin cansuyudur, bitmeyen sevdasıdır göğün altında. Hışımla vuran dalgaların üstünde, kamçı gibi vınlayan bir başka sevdadır bu.

Rüzgarla dolunca yelkenlerin bağırları, keyifleri yerine gelir. Alır başlarını giderler süzülerek tepelerinde süzülen martılar gibi. Rüzgarın kanatlarında rüzgar gibi uçarlar masmavi, dalgalı sularda keyiften beyaz beyaz köpürerek denizleri.
Yelkenler, rüzgarla yelkendir, yoksa yitiklikler içindedir.

Yel değirmenleri, rüzgarın yolunu gözleyen, yel ile beslenen, rüzgarın has dostudur. Yeşillikler içinde, yüksekçe kaya diplerinde, tepelerde, su kenarlarında olurlar. Taştan olanlarının güzelliği, doğanın işlemesini taşır. Demir kanatları kuşlara nispet yapar. Demirin pervane dansı, esen yel ile başlar. Rüzgarla coşar, rüzgarla öğütür buğdayı, yulafı, arpayı, çavdarı, mısırı.

En güzelleri de Alaçatı’da, Çeşme’de, Datça’dadır.

Çiftliklerin, kanalların ülkesi Hollanda’daki yel değirmenleri, Ege’nin taş yel değirmenlerinden daha farklıdır. Tahtadan ve sevimlidir. Onları görünce insanın aklına hemen ot damlı, sivri çatılı, önünde kırmızı çiçekler açmış şirin, önünde tavuklara, kazlara yem veren tahta ayakkabıları ile dantelli başlıklı eski Hollanda kızlarının dolandığı eski Hollanda evleri gelir insanın aklına. Masalımsı görüntüler sunar yel değirmenleri. Çocukluğumuz hikaye kitaplarını süsleyenlerden.

Seher, sabah rüzgarının sanki esermişçesine söylenen adıdır. Sabahın seherinde türküler yakılmıştır öten kuşlar için. Sabah yeli, uyku mahmurluğunu dağıtır doğan güneşin kızıl şafağında mahmurca eserken.

Rüzgarın hiddeti, öfkenin en köpürmüşüdür. Esmesin bir kez hiddetle, ne çatı kalır geçtiği yerde ne ağaç. Kökünden söker, çıkarır ağaçları kök saldıkları topraklarından. O ağaçlar onmazlar da bir daha.

Şiddetli rüzgarın kökünden söküp attığı zeytin ağacımız, biz yazın oraya varana kadar kökü dışarıda geçirmiş kışı da baharı da. Yazın, tekrar yerine diktik kökü kışın soğuğunda açıkta kalmış zeytini. Rüzgar, köklerini acıta acıta onu söküp çıkarmasın bir kez daha topraktan dışarıya diye dibine çok iri onlarca taş koyduk, zeytinin gövdesini sağlamlaştırdık yuvasında. Destekler verdik ona üç yandan.
Zeytin ağacımız, sonraki yıllarda rüzgarın şiddetinin acımasız olduğu kışlarda bile bir daha topraktan köküyle birlikte çıkmadı ama üçüncü senesinde kurudu.

Rüzgar, elektrik olur kimi yerlerde, santrallerden geçerek aydınlatır da, hiddetle koşarak hayatları karartır da. Evsiz de bırakır, köysüz de. Silip süpürebilir koca bir kasabayı, önüne kattığı gibi havalarda savurarak çatıları, pencereleri.
Rüzgarın yakınıdır hortumlar. Kadim dosttur rüzgar ile hortum.

Eskiden pek olmazdı buralarda hortumlar ancak artık özellikle rüzgarlı günlerde yapılan şehirlerarası yolculuklarda hortum görmek olağandışı değil. Üstelik çoğu da hakkıyla hortum. Bazen denizden koşarak geliyor hortum, koca bir filin burnundan kopmuş gibi, döne döne, dumanlı, koyuluklar içinde, grinin, koyu mavinin en hiddete bürünmüş rengine boyalı olarak.

Denizden esen rüzgarların en bilindik olanı imbatlardır. İzmir’in esintisidir imbat. İmbat eserken deniz kenarındaki bir camekanlı satıcıdan alınan ve denize karşı yenilen boyozların lezzeti ikiye katlanır.

Rüzgar, bir uğultudur. Tepelerin yalnızlığının şarkısıdır dağ esintileri. Yosunlu kayaların üzerinde gezinen görünmez gezgin, ağaç yapraklarının salınışını tatlı bir mırıltıya bürüyen çırpınıştır rüzgar.

Denizin çırpıntısıdır, yelkenin sevdasıdır, özlemidir yel. Ara sıra uzaklaşıp sonra dönüp dolaşıp yine gelen, ele avuca sığmaz kanatlarıdır yelkenlilerin.

Rüzgarın rengi yoktur ama hayat, rüzgarla renklenir. Doğa soluklanır rüzgarla, ekinler titrek bir dansa geçer rüzgar onların başlarına değince, başlarını döndürünce .

Diriltir rüzgar. Tazeler bedeni, duyguları. Uyandırır. Havasızlıktan bunalmış, sersemlemiş başların sersemliklerine son verse de, kamçı hışmıyla eserek döverse yüzleri, bu kez de rüzgar sersemletir.

Kapalı ortamlardan, havasız odalardan, kasvetli anlardan kurtuluş, rüzgarın yumuşak elinin saçlarda, yüzde dolaşmasıyla olur. Tazelik saçar bu okşayış. İçini titretir insanın, kendine getirir.

Tepelerde dolaşırken bir rüzgar uğultusu duymamışsanız, o tepe o gün yalnızdır. Hüzünlüdür şarkısını söyleyememekten. O dolaşmada da noksan bir yan vardır. Tepelerin korosu sadece kuş seslerinden oluşmaz ille rüzgarın uğultulu sesi de olacaktır.

Kestane, kocakarı, kırlangıç fırtınaları önce güçlüce bir rüzgarla başlar. Gök açılır, ufuk alabildiğine görünür rüzgar böyle eserken.Pencereleri, açık balkon kapılarını çarpar içeri dolan rüzgarın derin soluğu. Tülleri dışarı fora eder.

Ağaçlarda eğer kalmışsa tek tük sararmış, kızarmış yaprakları yere düşürür daha ilk esinti. Çıplak ağaç gövdelerinden ta uzaklara savrularak uçuşur kuru yapraklar..

Kestane fırtınasında dökülür at kestaneleri , gizlendikleri koca yaprakların altından. Rüzgarın sesinin yanında cılız bir inlemeyi andıran çığlıklarıyla dikenli kabukları çatlar at kestanelerinin düşerken. Sokaklar, kocaman kahverengi kestaneden boncuklar takınır kaldırım taşlarının üzerlerinde duran..

Bir de içerlerde, derinlerde esen rüzgarlar vardır, ta yüreklerde, gizli köşelerde. Fırtınadır aslında çoğunlukla onlar. Ne fırtınalar kopar gönüllerde kıra döke hiç ses vermeden. Ne bulanık dalgalarda boğarlar o fırtınalar ruhları. Onyedi yaşın kavak yellerline hiç benzemez bu kara yeller. Kırar, yıkar geçer. Viran ettiği de olur geçtiği yürekleri.

Rüzgar, tepelerin, yükseklerin efendisidir, ovaların aşılayıcısıdır, şehirlerin bulanık havasını silip süpürüp temizleyendir. Kırların, hercai renkler üzerinde tatlı tatlı mırıldanan eli, kara bulutlu havaların hiddetle kükreyen sesi, ağaç yapraklarını şen şakrak oynatan üfürük, çiçeklere kaçamak buseler konduran dokunuştur rüzgar, görünmeden serince.

Rüzgar, hayatın esmesidir. Hayatın tazelenmesi, soluk almasıdır. Çiçeklerin, ağaçların, yelkenlerin, yel değirmenlerinin yolunu gözlediği görünmez yolcudur. Okşayarak da gelir, yıka yıka da. En tatlı mırıltılarla da sokulur, kükreyerek de. Sisli havalarda en özlenendir. Pusun korkusudur. Hayattır, hayat verir.

ACEMIDEMIRCI
acemidemirci@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapmak için gmail adresi gereklidir...
Yorumlar, blog yöneticisi tarafından denetlendikten sonra, uygun bulunması halinde yayınlanacaktır...
İyi paylaşımlar...

İletişim: usayken@gmail.com