27 Ekim 2009 Salı
Asi Dizisi 4.Bölüm Ardından
Dizimizin 4.bölüm kolaj görüntüleri...
http://en.sevenload.com/videos/gboq6as-Asi-Dizisi-Klip-Boeluem-4
http://www.youtube.com/comment_servlet?all_comments&v=KWXTQqggUr4
İyi seyirler...
Keyfin, mis gibi kokan buharlaşmışı: Çay
Sabah kalkar kalmaz yapılan ilk eylem ocağın üzerine çaydanlığı koymaktır. Ya da ısıtıcıya su koyup, sallama çay için su ısıtmaktır.
Çayı, keyif için içecekler mutlaka çayın demlenmesi sırasında saldığı buharı ile her yanı kaplayan o kendine has dayanılmaz kokusunu duymak ister. İster kahvaltı sofrası için olsun ister yemek sonrası keyfi ya da beş çayı olsun mutlaka demleme usulü çay içmek ister çay keyfine düşkün olanlar. Önce çaydanlık su ile doldurulacak, üzerine boş demlik konulacak. Su ısındıktan sonra birinci kalite çayın saklı olduğu, has bir dem için en gerekli çay ögesi olan tozlu kısımhiç ziyan edilmeden paketten demliğe boca edilecek, demleme işlemi yapılacak, demlenmiş çayın üzeri temiz bir havlu ya da bez peçete ile örtülecek. Bu aşamalar bir tören gibi yapılır , içmek kadar çayı hazırlamak da ayrı bir keyiftir.
Bir Doğu Karadeniz gezimiz sırasında, Rize’de çay fabrikasını ziyaret ederken sarışın, yeşil gözlü, altın küpeli tipik bir Karadeniz hanımı olan ziraat mühendisinden dinlediğimiz bu demleme yöntemi ile o ana kadar bizim çayı aslında yanlış demlediğimizi de öğrenmiş olmuştuk, usulüyle çay demlemenin yanı sıra.
Çay yapraklarının toplandıktan sonra dönüştüğü kahverengimsi renkleri ile makinelerde işlenme sırasını adım adım yerinde görmüş, nasıl kıyıldıklarını, nasıl ayrıştırıldıklarını ve paketlemeye kadar geçirdiği işlemleri, demlenmemiş çay kokuları arasında dinleyip, tanık olmuştuk.
Birinci sınıf Rize çayı almak için fabrikanın girişinde, satış penceresi sokağa bakan satış bölümünde bizim turun katılımcıları kuyruğa girmişti. Hediye olarak poşetler dolusu çay almıştık.
Sabahları, özellikle de bir hafta sonu sabahı ise ve güneş de içeriye vuruyorsa keyifli bir kahvaltının tam sırasıdır. Önce çay demlemekle başlanır kahvaltı hazırlıklarına. Ev halkının henüz uyanmamış olanları için mutfaktan içerilere sızan çay kokusu müthiş bir teşviktir yataktan kalkmak için. Bu koku renkli, tatlı, tuzlu, börekli, çörekli bir kahvaltı masanın ilk habercisidir.
Hafta sonu kahvaltıları ayrıcalıklıdır. Ayaküstü geçiştirilen cinsten olmaz. Özenlidir. Tüm hafta yapılamayan o doyum olmaz kahvaltı keyfinin olabildiğince tadılabileceği anların günleridir hafta sonuna denk gelen günler.
Yaz mevsiminde domates, salatalık, biber ile daha renklenen ve çeşitlenen kahvaltı sofralarına zeytinler her zaman alabildiğine renk katar. Çizik pembe zeytinler, siyah zeytinler, doğal yöntemlerle yapılmış ve bu yüzden asla simsiyah olmayan içinde kuzguni siyahtan, lacivertten, kahverenginin tonlarına kadar renk barındıran zeytinle, yeşil zeytinin sadesi, içi bademlisi biberlisi baş köşelerde , beyaz porselen tabaklarda yerini alır keyfi çıkarılacak bir kahvaltı sofrasında.
Son zamanlarda zeytinler için özel olarak tasarlanmış uzun cam, seramik ya da porselen zeytin kapları da çok şık durmaktadır masalarda.
Zeytinlerin üzerine zeytinyağı gezdirilir, kekik eklenir hatta kişniş ya da kinzi de denilen bitkinin tohumları ile zeytinlerin üzeri süslenir, tadına tat katılır.
Peynir tabağında ya da bir servis tahtasının üzerinde dilimlenmeyi bekleyen peynirler olmazsa olmazıdır kahvaltıların. Çay ile en iyi giden, damak tadının olabildiğince hissedildiği çayın beraberindekilerdir.
Bir de simitler. Çıtır çıtır, gevrek gevrek ve üzerindeki kızarmış susamlar ile her saatte yenilebilen lezzettedir. Simit, kaşar peynir ve çay, bir çok kişinin ana menüsüd ür öğle yemeklerinde bile.
Yakın bir geçmişte yabancı çaylar ile tanıştık. Eskiden kaçak olarak ülkemize sokulan çaylar vardı ve bunlar hatırlı misafirlere ikram edilirdi. Demi has olurdu, kokusu buram buram. Rengi koyu ve canlıydı.
Sonra başta İngiliz çayı olmak üzere yabancı çayları gerek paketler halinde gerek sallama şeklinde görür olduk . Kimisi bergamut kokuyordu buram buram.
Bu tür kokulu çaylar çıkmadan evvel, Antalya’ya gidenlere bergamut tozu sipariş verirdik. Demlenen çaylarımıza atıp, çay kokusuna burcu burcu bergamut ıtırını da eklemek için. Hazır çayların artık her yerde satılır olmasıyla birlikte bu siparişler de kesildi.
Slovenya’ya giderken, ikram sırasında hostesin içecekleri sıralarken “Çay” demesi karşısında hiç düşünmeden “Çay” demiştim. Zira bizim dilimizden bir sözcüktü. Sonradan öğrendim. Ruslar ve o dili bilenler ya da o kökenden olanlar çaya bizim gibi çay dermiş. Kendi dilimden bir ikram, yabancı bir şirketin uçağında sunulunca çok hoş gelmişti bana.
Çay tarlaları yemyeşildir. Çok boylu olmayan çay bitkisi dalgalı dalgalı, kabarık bir şekilde yeri örter. Toprağı göstermeyecek sıklıktaki yeşil yapraklar buklelenir yamaçlarda.Bu bitkiyle sık sık karşılaşınca hiç sormadan çay olduğunu anlamıştık oralarda.
Çayın tadı başka başka çıkarılır. Şekerli şekersiz ya da kırtlama içilerek. Hiç akıl erdirememişimdir bir şeker parçasının eritilmeden bir bardak çay ile içilebilmesini. Onun da bir inceliği varmış oysa. Meğer kırtlama şekerleri çok sert olurmuş ve özel keskisi ile kesilirmiş. Erzurumlular kırtlama çay içmeye düşkünlükleri ile bilinirler. Ağızlarına aldıkları özel şeker ile çaylarını içmezlerse, çaydan haz almazlar.
Çay bardakları seslidir. Çayı karıştırırken çay kaşıklarının çıkardığı sesler birer mesajdır. Bir balkonun altından geçiyorsanız ve balkondan çay kaşığının o bilindik sesi de geliyorsa, oradan geçtiğiniz saate bağlı olarak kahvaltı, ikindi kahvaltısı, beş çayı ya da misafir ağırlaması sırasında çay içiliyor demektir.
İş yerinde bir arkadaşımızın yanına uğrasak ilk olarak çay içip içmeyeceğimizi sorar. Ya da koridorda karşılaşsak çaya beklediğimizi bildirir, çaya davet ederiz onu.Bir arkadaşımızı davet ederken “Gel de bir çayımı iç” deriz.
Çay bazen yardımcıdır. Çocuklar ya da yaşlılar bisküvi ya da peksimetlerini çaya sokarak yumuşatır ve onları ezerek çiğnemeye mecali olmayan dişlerine de böylece zahmet vermez.
Taksi duraklarının kulübelerinde, bakkalların bir köşesinde,bir inşaatın işçilerinin karton kutudan masa ile yaptıkları muvakkat mutfaklarının baş köşesinde ille de bir çaydanlık durur. Çay, kültürümüzün bir parçasıdır.
Bazen çaydanlıkların rengi de önem taşır. Mavi çaydanlık gözdedir. Filmler için güzel bir nesnedir. Mavi çaydanlıklar için şarkı bile yapılmıştır.
Sobalı evlerin sobalarının üstünün vazgeçilmezidir çaydanlıklar. Kışın her saat sobanın üzerinde durarak sıcak su kaynağı olurlar, eve üşüyerek girenler için tez elden çay içmelerini kolaylaştırırlar. Sobaların üzerinde duran çaydanlıkların kaynamaları sırasında çıkarttıkları cızırtı da bilenler için hoş bir müziktir, içindeki çay kadar sıcak bir şarkıdır. Bir kış şarkısı.
Çok bilindik bir fıkra vardır. Bir sabah iş yerine genel müdür gelmemiş kimse fark etmemiş. Genel müdür yardımcıları gelmeyince de kimse oralı olmamış. Müdürlerin gelmediğini fark etmemişler bile. Çaycı da gelmemişmiş meğerse. İşte o zaman herkes hep birlikte çaycının gelmediğini fark edip çaycıyı aramaya koyulmuş.
Çayın keyfi ile keyiflenmek ve sohbetler açmak ne keyiftir ne keyif. Kahvaltı sofrasında da olsa, dost masasında ya da iş yoğunluğu arasında çay keyfi bizdendir. Sıcak ve uyandırıcı kokusuyla bir buharın burnunuza kadar gelmesi, keyfin yakınlarda olduğunun habercisidir.
ACEMIDEMIRCI
19 Ekim 2009 Pazartesi
Asi Dizisi 3.Bölüm Ardından
Asi dizisinin üçüncü bölüm görüntülerinden oluşan bir klip... Jenerik müziğimiz eşliğinde...
http://www.youtube.com/watch?v=63UySqNb_90
http://en.sevenload.com/videos/ExcXzZr-Asi-Dizisi-Klip-Boeluem-3
İyi seyirler...
15 Ekim 2009 Perşembe
Yulia'nın Türkiye Seyahati - 2
13 Ekim 2009 Salı
Benim seyahetim - Yulia'nın Türkiye Seyahati
Yulia.
12 Ekim 2009 Pazartesi
Asi Dizisi 2.Bölüm Ardından
Asi dizisinin ikinci bölümün görüntülerinden oluşan özetin özeti bir klip getirdim size; bu sefer jenerik müziğimiz eşliğinde...
http://en.sevenload.com/videos/JJsRDYo-Asi-Dizisi-Klip-Boeluem-2
Sevgilerimle...
6 Ekim 2009 Salı
Asi Dizisi 1. Sezon Bölüm Ardından Yorumları
Bizi tutkuyla ekranlara bağlayan, yeni dostlar edinmemizi sağlayan Asi dizisinin 1. sezon bölümlerinin yeniden izlenmesi ve yorumlar yapılabilmesi amacıyla Asi dizisi resmi web sitesinde bir başlık açılmıştır. 2 Ekim 2009 tarihinden itibaren her Cuma günü yeni bir bölüm üzerinde paylaşımlar yapılacaktır.
İlk bölüm yorumları için resmi siteye misafir olarak giriş yapabilir ve 1. bölüm ardından başlığındaki yazıları takip edebilirsiniz...
Dizimizin bizde bıraktığı hatıraları yeniden canlandıracak, gönül gözleri açık çok değerli yorumcuların yazıları ve görselleriyle görünenin ardına yapılacak bu yolculuğa minik bir katkı da benden olsun istedim. Asi/1. Bölüm klibini beğeneceğinizi ümit ediyorum...
İyi seyirler...
http://www.youtube.com/watch?v=ucW1F9M5LnA
HALDEN ANLAMA, DUYGUSAL ZEKA ya da EMPATİ DEDİKLERİ ŞEY
“Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır”, “Damarına göre şerbet ver”, Nasırına basma” gibi atasözü niteliği kazanmış öğütlerde bulunanlar bu gün yaşamış olsalar idi, duygusal zekaları gelişmiş insanlar olarak çoğumuzun taleplerinin gerisin geri döndüğü ortamlarda o talepleri kolayca elde eden, kotaran kişiler olarak kuşkusuz beğenilerimizi kazanacaklardı .
İletişimi en olması gereken haliyle, olduğu ortamın koşulları içinde biçimlendirerek sağladıkları için.
Yıpranmadan ve yıpratmadan, tereyağından kıl çekercesine zorlu sorunlara çözümler bulacaklar, çetin konulara bir yol bulacaklardı.
Bunu başaran insanlar her zaman vardı mutlaka aynen bugün olduğu gibi.
Bildiğimiz tanıdığımız kişiler vardır, dinlemeyi bilirler hatta az bile konuşanları vardır ama konuştuklarında o an söylenmesi gereken en uygun ve çözümleyici bir kaç sözcüğü ediverirler o ana dek dökülmüş ve kotarıcı olamamış sayfalar dolusu lafa karşın.
Bu nasıl yapılmaktadır, bunu yaptıran nedir?
Bu sorunun cevabı duygusal zekaymış.
Epeyce zeka çeşidi varmış. Matematik zekası, ruhsal zeka, duygusal zeka olarak sınıflandırmışlar zeka türleri.
Matematiksel zeka için IQ, Duygusal zeka için EQ, Ruhsal zeka için SQ kısaltmalarını kullanıyorlar.
Matematiksel zeka, okul ve iş hayatında kendini göstermekteymiş, öne çıkmaya etken bir zeka türü olarak. Sadece IQ , sınavlarda ne kadar başarılı kılsa da bir insanın hayatta başarılı olmasına yeterli olamamaktaymış. Hatta IQ’su yani matematik zekası yüksek olanlar diğerlerini böcek gibi görüyorlarmış. Bu görüşün getirisi de iletişim kuramamakmış. Yani başarısızlık. Okulda sınav sonuçlarındaki yüksek değerler ile başarı kapısını sonuna kadar açabilen bu zeka, mutluluk, aile huzuru gibi konularda başarı kapısını açamaya yeterli olamıyor, bunları tek başına sağlayamıyormuş. Bu tür konulardaki başarı IQ üzerine yani matematik zekanın üzerine EQ yani duygusal zeka konularak sağlanabilirmiş.
Duygusal zeka, bu çağın gözde zekası ve matematik zekasını tek başına yetersiz kılan, önemli başarıların sağlanması ve etkin iletişim kurulabilmesi için olmazsa olmaz zeka türü olarak, bugün yöneticilerin işe aldıkları kişilerde aradıkları önceliğe sahip zeka türü olmuş. Duygusal zeka, bireyin aklını duygularıyla ve IQ’su ile yani matematiksel zekası ile birleştirmesi olarak tanımlanıyor. Kısacası duygusal zeka, duyguların akıllıca kullanımı olarak kabul ediliyor.
İnsanı hayatta taşıyan zeka olarak da nitelenen EQ, hayatımızın yüzde seksenini belirlerken geri kalan yüzde yirmilik kısmı matematik zeka belirliyormuş. Ancak yüzde seksenlik kısmın tamamının duygusal zekadan oluşmadığı, şans etkenleri olan miras, torpil gibi etmenlerin de katkısı kabul edilmekteymiş.
Hayatımızda bu kadar önemli ve belirleyici olan duygusal zeka doğuştan gelmiyormuş, üstelik fizyolojik bir bozukluk yok ise geliştirilebilirmiş. Hepimiz aynı beyin yapısı ile doğmaktaymışız. Aynı oranda ve yapıda beyin ile doğuyormuşuz.
EQ sonradan nasıl geliştirilebiliyor, bu sorunun cevabını aramışlar. Benlik bilinci, empati ve insan ilişkilerine varmışlar EQ ‘yu geliştiren etkenler olarak.
Bireyin kendini tanıma yetisine benlik bilinci denilmekte. Önce kendimizi sonra karşımızdakini tanımalıymışız.
Empati, hepimizin bildiği tanımı ile bireyin kendisini başkasının yerine koyması yani halden anlama. Empatinin belirli oranları varmış. Süresi ve yoğunluğu çok önemliymiş.
Açık ve anlaşılabilir bir cümle ile konuşma insan ilişkileri ve iletişimin esası olarak görülüyor.
Kazanan, sözsüz ve yazısız kuralları yapabilen oluyormuş.
Süre ve yoğunluk, benlik bilinci, empati ile insan ilişkileri ve iletişim konularında temel oluşturuyormuş. Yaşanan her şeyin bir süresi ve yoğunluğu var. Uykunun, yemenin, gülmenin süresi var. Bu eylemlerden birini hiç durmaksızın yapmıyoruz. Mesela korkularda süre ve yoğunluk ayarlanamaz, süre ve yoğunluk artar ise fobi ve panikatağa sebep veriyormuş.
Duygusal zeka, şimdilerin kapıları açan zekası. Son derece zor matematik denklemlerini, fizik problemlerini çözebilen biri, iletişim kurmada ya da istediğini anlatmakta çok zorluk çekebiliyor, insan ilişkilerinde başarısız olabiliyor.
Ya da hep kendimizi anlatmaya çalışıyoruz, hep anlaşılmayı bekliyoruz. Duygusal zekamız gelişmiş ise karşıdakini anlamaya çalışıyoruz kendimizi onun yerine koyarak yani halden anlamayı deniyoruz diğer adıyla empati yapıyoruz.
Anlaşılmayı istemek mi anlamayı denemek mi zor.
Başarı aslında karşıdakini anlamayı en azından denemekte.
O zaman anlaşılabilecek, uzlaşılabilecek yolları kavramamız ya da bulmamız daha kolay oluyor, ne yapmamız gerektiğini bilebiliyoruz.
Bunları başarmak dinlemekten geçiyor. Sadece karşıdakini değil, kendimizi de dinleyeceğiz, kendimizi de bileceğiz, duygularımızı tanıyacağız diyorlar.
Duygusal zekanın mutluluk ile yakın ilişkisi var yani.
Mutlu olmak nedir o zaman diye sorabiliriz. İnsanların hayatı değer verdiği şeyler üzerine kurulu. Ailesi, inancı, işi, eşi, çocukları. Bunların her biri eğer bir kristal top ise, mutluluk bu kristal topları yere düşürmeden çevirmek yetisi imiş. Kristal toplar bir elde toplanırsa diğer elin çevirme yetisi yok olacağı için hiç bir şey teke indirgenmemeliymiş. Kristal topları düşürmeden çevirebildikçe mutluymuşuz.
Tüm bu bilimsellik doğrultusundaki açıklamalardan sonra geliştirilebilir duygusal zekamız için bir şeyler yapmak yerinde olmaz mı?
ACEMIDEMIRCI