29 Ağustos 2009 Cumartesi

HARFLERDEN SÖZLERE, SÖZLERDEN İFADEYE GİDİŞ: ANLATMAK

Konuşuruz.

Anlatmak için.

Anlamak için.

Yani anlaşmak için.

Sözlerle.

Ya da gözlerle, dudak bükmeyle, burun kıvırmayla.

Bazen omuz silkerek, bazen başımızı sallayarak, kimileyin el pençe divan

durarak. Kimileyin kaş çatarak ya da sadece gülerek.

Susarak da konuşuruz hatta hiç kılımız kıpırdamadan da.

Biz de yazarak konuşuyoruz.

Usayken, tanık olduğu olağanüstü doğa olayını öyle anlatmış ki ben de görmek istedim hatta görür gibi oldum. Resimlere bakarak daha da perçinleşti tasavvur etmem iki ebemkuşaklı göğü.

Bursa’da hiç görmediğim bir anı izledim bir gün batımında.

Oturduğumuz yerden güneşin denizde batmasını izlemek, oradaki akşamların en keyifli anlarıdır.

Mavi deniz matlaşır, solar, grileşir, güneş yumurta sarısını andırarak usul usul denizin içine kayar, yavaşça kaybolur.

Ortalığı alın her rengine, kızılın koyusuna nar çiçeği açtırarak boyar, turuncunun en hası orada ufuk çizgisini keskin bir hatla belirler.

Solgun ve yorgun denizin üstünde olanca dinamikliği, hareketliliği, kamaştırıcılığı ve arsızlığın en güzeliyle denizin mavisini göğün mavisinden ayırır batmış güneşin renkli saçakları..

Böyle bir manzarayı yine ilk kez izlermişçesine izlediğim akşam, başımı biraz yana çevirince batan güneşin ardından tam hilal halinde yeni çıkmış ayı gördüm.

Çok zarif ve naif bir çizimmişçesine sanki bir pencereye asılmış camdan bir süs gibi alçak tepelerin hemen üzerinde gözüküyordu.

Günbatımı çoskusunu yaşayan ufka, ay, gecenin ilk habercisi olarak yerleşirken daha yukarılara çıkmasını bekledim.

Hilal şeklindeki ay, yukarılara tırmanmadı, dağın en alçak tepesinin üzerinden daha yüksek tepelere doğru farkedilmeksizin aktı, giderek yükselen birbiri ardınca dizilmiş tepe silsilelerine doğru. Bir kaç alçak tepeden sonra hepsinden daha yüksek olan tepeye doğru süzülüşünü kaçırmamak için ara sıra kızıllığın koyusuna bürünmüş gün batımından gözlerimi tepelere doğru çeviriyordum. Bir ara daha alçak tepelerin birinin üzerine ayın ucu değdi, çok değişik, az rastlanır, alışılmadık bir görüntüydü.Tepenin üzerine yerleştirilmiş hilal biçimli bir süs gibi.

Biraz sonra ayın akarak alt ucunun tepenin uç noktasına değmeklikten çıkacağını ve tepeler arasında kalan üçgen gökyüzü kesitinde olabildiğince görüneceğini düşündüm. Gözümü alamıyordum ayın akışından. Gün batımı ve ayın doğuşunu birarada izlemek senede kaç kez bulunan bir olay benim gibi apartmanlar arasındaki birkaç kulaçlık gökyüzü ile yetinenler için..Gözüm tekrar aya kaydığında ayın hala tepenin üzerinde olduğunu ve alt kısmının biraz daha kaybolduğunu farkettim.

Gözlerimi ayırmadan takip ettim.

Ay da sanki batıyordu.

Az önce deniz üzerinde batan güneşin ardından tepenin üzerinden de ay kayboluyordu.

Ay giderek tepeden aşağıya aktı, büsbütün kayboldu.

Aynı akşam güneş, sarının, turuncunun, kızılın, alın, nar çiçeğinin bin bir tonunu sunarak batmıştı az önce. Ay da onun batımın ardından kısa bir süre zarif bir hilal olarak gözükmüş, çok geçmeden de alçak bir tepenin üzerinde sessiz sedasız kaybolmuştu. Başka yerlerde gözükmekte olduğunu bildiğim için ay batmıştı diyemesem de seyrettiğim yerde o an için batmıştı.

Bir akşam üzeri güneşin de ayın da batışını izlemek ilk kez seyrinde bulunduğum bir gösteri olarak dağ ve göğün birbirine nispeti hatta şakalaşmaları gibiydi. Bir yerlede buluştular mı bilmiyorum. Karayla denizin bitiştiği yerlerde mesela.

ACEMIDEMIRCI

28 Ağustos 2009 Cuma

Gökyüzündeki Çifte Köprü


Virginia'dan Maryland'a dönüyoruz geçen hafta...
Yine okyanuslar yağıyor ara ara. Bu ara hep okyanuslar üstümüzde zaten. 'Bardaktan boşanırcasına' diye tarif edilecek gibi değil çünkü. Olsa olsa okyanus dolusu suyu üstümüze boşaltıyorlardır...
Akşam üstü saat altı civarı...  Ben yola konsantre olmuş bakarken eşim dikkatimi çekiyor gökyüzüne. Önümüz ve üstümüz yağmur. Arkamızda güneş açmış. Gökyüzünde iki gökkuşağı birden. İlk defa görüyorum ikisini bir arada. Üstelik bir tanesi o kadar net ki, bütün renkleri açık seçik belli oluyor. Onun hemen üstündeki gökkuşağının renkleri daha soluk ve renk dizilişi tam ters diğerine göre... Birincil gökkuşağının bir ucu asfalta denk geliyor. Adeta asfalttan fışkırıyor gökyüzüne doğru... Fışkırırken, önümüzden giden arabaların tekerleklerinden de yansıma yapıyor. Orada başka kırılmalar daha oluyor. Tekerlekler minik gökkuşakları saçıyor gibi... İnanılmaz bir manzara... Gökde iki muhteşem ark, önümüzde etrafa saçılan mini mini arklar... Makineye sarılıyorum hemen. Tabii arabanın hareket hızı, bir de camın yansıması... Ne kadar net çıkabildiyse...
Hani derler ya, "gökkuşağının altından geçersen altın bulursun" diye... Biz denedik, bulamadık... Varsın öyle olsun... Altın kadar değerli dostlarımız yeter bize...
Sevgiyle kalın...

Bir Ağacın Değeri!

Merhabalar,

Dallı budaklı ağacımızın gölgesinden.
Dikili bir ağacımız varmış gibi duyumsattığı için usayken'e çok teşekkürler, yemyeşil çimenlerin üzerindeki öbek öbek yeşil yaprakların koyu ferahlığını.

Aşağıdaki araştırma alıntıdır.

BİR AĞACIN DEĞERİ
Amerika’da yapılan bilimsel araştırmaların sonucuna göre :
Hava kirliliğini önleme:…………………..64.750 dolar.
Nemi dengeleme: ………………………….32.530 dolar.
Oksijen üretimi: ……………………………32.240 dolar.
Toprağı geliştirme: ………………………..32.240 dolar.
Doğayı koruma erozyonu önleme: ……32.240 dolar.
Protein üretimi: ……………………………..2.250 dolar.

Yani bir ağacın değeri yaklaşık 200 bin dolar.
ACEMIDEMIRCI


27 Ağustos 2009 Perşembe

DALLARINDAN MÜZİK, YAPRAĞINDAN SERİNLİK SAÇAN YEŞİLLİK: AĞAÇLAR

Yüksek gövdelerinin heybetiyle yukarılara doğru kol atmış, yaprakları rüzgarda kıpır kıpır oynaşırken sıcak yaz günlerinde gönüllü olarak serinlik saçan hatta Uludağ’dan inerken rastlayacağımız gibi kaç asırlık olduğunu kendisinin de unuttuğu, her bir dalı bir ağaç gövdesi kalınlığında , bir dönüm alanı kaplayan dalları ve yaprakları altında huzurlu ve serin serin çay içenlere keyif sunan kır kahvesinin çatısı görevini yapan o ulu çınar gibi, kayısı, zerdali, elma, nar, şeftali, armut ve pek çok diğer çeşit meyveler veren, çocukken tırmanıp bir tane koparabilmek uğruna belki de düştüğümüz, dizlerimizi, dirseklerimizi parçaladığımız alıç, ahlat ağaçları, ya da hatmi gibi, mürver gibi, manolya gibi çiçek açan, renkler sunan, bürümcük bürümcük nakışlı çiçeklerinin kokusunu tüm mahallenin ferahlaması için buram buram salan veya araba kullanırken , patikadan yürürken asla az ötedeki koyu yeşilliğe girmenizi aklınıza getirmemek üzere içerideki ormana bekçilik ederek, kimseleri oraya sokmamak için dikenli dallarıyla en ufak bir teşebbüste kolunuzu, bacağınızı, elinizi, yüzünüzü çizmeye hazır halde beklerken bir yandan da doğanın orman kenarına ördüğü çitler iğde, böğürtlen gibi kırmızı kırmızı ya da mor mor meyvelerini de cömertlikle sunan onca ağacın sevilmeyi ne kadar beklediğini hep düşünürüm.
Ağaç sevmek başka bir şeydir. Çocuk sevmek gibidir. Ancak bu ifadeyi herhangi bir ortamda kullanırsanız biri “Onlara ad da veriyor musun?” diye sorabilir. Gerek yok onların zaten adı var. Ağaçlara uzak ve betonlar içindeki insanlar için ağaç sevmek bazen beraberinde bu tür yadsınacak sorular sordurtabilir öte yandan bir ad, ille de bir ad taktıkları evcil hayvanları mesela köpekleri olabilir bu soruyu soranların. Doğayı sevmek, bloklar içinde bir köpek beslemekle kanıtlanmış olunuyor sanılabilir.
Ağaç sevmek apayrıdır. O sizin evdeki evcil hayvanınız değildir. Her yerdeki ağacı sevmektir ağaç sevmek. Her ağacı sevmek yani. Toroslar’daki bir servi de olabilir, Alp Dağları’ndaki bir ladin de. Her yerdedirler ve hepsini seversiniz. Yapraklarının matlığından ne kadar tozlandığını, yağış alıp almadığını, hangi dalında bir kuş yuvası olduğunu, yuvanın görüntüsünden bir kırlangıcın mı, ağaçkakanların mı, örücü kuşların yuvası mı olduğunu hemen anlamakla başlar ağaçlara sevgi yani doğa sevgisi. Bahçeniz varsa her sabah ilk iş, henüz hiç yorulmamış, ise, kire bulanmamış taze havayı soluyarak yeni yapraklara bakmak, kuruyanları, sararanları temizlemek, suyunu vermek, çiçeği var mı, tomurcuğa durmuş mu pür dikkatle dallarını, kabuklarını taramaktır. Baharda su tutması için gövde kenarlarına derinlik kazandırmak, çiçeklerinin açmasını gözlemek, son baharda gövde kenarlarını kapamaktır. Gübre kokusunu bile hayat veren bir unsur olarak giderek yadsınmayan hatta kanıksanmasa bile kanıksanılmaya çalışılan bir doğal aroma kabul etmektir. Ceviz yaprağının tetiriyle elimizin kararmasını, o yaprağın olağanüstü ıtırı sayesinde gülerek görmek ve kına muamelesi yapmaktır. Bir meşenin kenarı su taşı işlemesini andıran dalgalı kıvrımlarıyla ince ve uzun yapraklarını yerde görünce biraz burkulmaktır, düşen pelitleri yani palamutları almak, ya tohum olarak bir kenarda muhafaza etmek veya bir kül ateşinde közleyip yemektir.
Ağaç sevmek, her ağacın yaprağının biçimini, rengini bilmek, dilinden anlamaktır. Sahil çamlarının rüzgarda sanki ıslık çalar gibi söylediği şarkısını, bir konçerto dinler gibi dinlemektir. Eğer bir kuş ona konarsa, ağacın yalnız kalmaması için sessizliğe gömülmeyi bilip, kuşları kaçırtmamaktır. Fıstık çamının kozalarından fıstıkları çıkarıp, kabuklarını kırıp dolmalara koymak ama birkaç kozalağı da ille tohum olarak saklamaktır.
Ağaç sevmek, anıt ağaçlara hürmet göstermektir. Aynen bir büyüğe gösterilen hürmet gibi. Kimlerin gölgesinde konakladığı, hangi aşıkların altında buluştuğu, kimlerin ne muratlar için dalına çaputlar bağlayıp dilekler dilediği ağaçlardır onlar. Kimileri mahkeme ağacıdır, idamlar bile yapılmıştır dallarında, kimileri dilek ağacıdır, kimileri çiftçilerin Temmuz sıcağında harmanın ortasında, çörekotlu çömlek peynirini yufka ekmeğinin içine koyarak yaptığı dürümünü, testisinden ayran içerek gölgesinde afiyetle yediği sarı başakların arasındaki yalnız ağaçlardır, bazıları da efsanelerle anılırlar, dalları kesilirse altlarında akan ırmağa kan akıttığı söylenir Aksaray’daki Kanlı Pelit gibi, bazen de iki bin yaşına gelmiş zeytinler vardır kaç devri görmüş geçirmiş, kutsi ve bereketli..
Ağaçlar hep verir. Oksijen verir, meyve verir, gölge verir hatta gövdelerini bile verirler gün gelir.
Ağaçsız bir manzara olmaz. Manzaramız hep yeşil olsun..
ACEMIDEMIRCI

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Taşınıyorum.

Merhabalar,
Taşınıyorum.
Yeni evime.
Bahçesinde daha düne kadar sarı bir gül vardı.
Bu gün taç yapraklarında en arsız pembenin beyaza eşlik ettiği ebrulimsi renkleriyle bir klematis.
Doğadan bir kare!
Taşınıyorum.
Yeni mahalleme.
Adı asiesintiler.com.

Bazen ses, boy, huy, görüntü olmaksızın ortaya çıkan tanışıklıklar, görüntülü ve sesli olanlar kadar belki daha ileri dostluklara, arkadaşlıklara fırsat sağlıyor. Bu fırsatı yakaladığım eski mahallemden,fulldiziden, o fırsatın açtığı yeni fırsatı, asiesintileri, değerlendirme safhasındayım. Hatta safhasındayız. Süzülerek, damıtılarak, arınarak, ağararak belirginleşmiş, benimsenmiş, haberdar olmadığımız hayatların günlük akışlarına kök atmış paylaşımlarımızın getirisi, artık o haberdar olmadığımız hayatlardan haberdar olmak, herhangi bir saatte, herhangi bir coğrafyadan selam almak ya da selamlamak , görmediğimiz dostlarımızı esenlemek, gününe 'Aydın olsun' demek, bir sıkıntısında 'geçmiş olsun' demenin olağanlığını sindirmemiz oldu.

Mahalle sakinlerimizin arasında çok güzel, içten yazılarıyla Elif'in ve Elif'in pisipisisinin, nefis yorumlarıyla melis'in , bir çırpıda anlatma özelliğiyle Cevriye'nin, her zaman gözükmeseler de bizim onları görmekten memnun olacağımız sam ve hermes'in, sakin suları tercih ettiğini sandığım okyanus'un, artık buralarda görmeye alıştığımız ve hep görmeyi istediğimiz ozii'nin, melis küpeli'nin, zümrüd'ün, kardelenhh'nin, uzunca bir zamandır haber alamadığımız Yulia'nın, Fatih'in, nurdan'ın ve şu an yazamadıysam lütfen bağışlasınlar diğer arkadaşlarımızın yazılarını, yorumlarını okumanın keyfi bir başkadır.

Eski mahalledeki tanıdıklarıma da 'Hoşçakalın' demek istedim. Yazılarım hakkındaki düşüncelerine teşekkür etmek ve kendilerini tanıdığıma memnun olduğumu bildirmek isterdim ancak o sayfalarda yeni düzenlemeler yapmışlar ve bunları ifade edeceğim bir yazı göndermem mümkün olmadı, uzun boylu uğraşmaya da zamanım elvermedi. Buradan söylemiş olayım.

Asi dizisinin, yağmur damlalarının suya , Asi Nehri'nin ters akan sularına usulca ve çırpınarak düşüşlerini anlatır gibi başlayarak ters akan ama her şeye rağmen akan erdemli sevgilerin çalkantılarını notalarla yazan müziğini, bir dizinin sularına dalmış ve karaya burada çıkmış Asicanlar olarak çalmaya devam ediyoruz.

Müzik demişken;
Bir Karadeniz türküsünden:
"Taşın kalbi yok ama,
Oni da yosun sarar."

Çok selamlar.
ACEMIDEMIRCI

25 Ağustos 2009 Salı

Sorunsuz olduğumuzda habersiz olduğumuz büyük hazine: Sağlık

Sorunsuz olduğumuzda habersiz olduğumuz büyük hazine: Sağlık

Unutulmaz ve hep söylenir sözler pek çok konuda edilmiştir ama en çok da sağlık üzerine. Sağlık ile ilgili söylenen ve benim en sevdiğim laflardan biri de “Sağlıklı olmak hiçbir organınızın farkında olmamaktır” diye kısaca sağlığın da sağlıksızlığın da ne olduğunu bir çırpıda anlatıveren bu söylem. Sağlıkla ilgili bir sorun sızılar, ağrılar, acılarla gelir. Ateş ter de olabilir kimileyin. Habercileri bunlardır çoğunlukla. Kırılmalar, başını taşıyamamalar. Ben nasıl da koştururdum diye bütün gün ayakta kaldığımız anlara şaşmalar.
Belki parasının, servetinin kıymetini bilmeyen vardır ama genellikle para konusunda birikim yapılır, harcamalar inceden inceye hesaplanır, bunlar bir banka hesabı ile somutlaşır. Çünkü paranız varsa en son model arabadan, asfaltlara siyah işlemeli çizgiler bırakan lastikleriyle çılgın düşlerimizin vazgeçilmezi olan, püsküllerle süslü, deri kaplamalı motorsikletlere hatta kıyıyı denizden seyretme keyfinin köşkleri teknelere, istediğiniz manzaraya hakim evden belki bir yalı dairesi, belki bir kır evi ya da çiftliğe kadar yüklü ödeme isteyen bir çok şeyi alabilirsiniz. Ama her şeyi değil. Bazı şeyleri almaya paramızın da gücü yetemiyor. Kaybedilmiş sağlık, geri dönüşüm işlemine tabii tutulamıyor ve hiçbir bedel onu geri getiremiyor. O halde sağlığı kaybetmemeye gayret edilmeli. Yaş ve hayatın yıpratısı içinde bazı kayıplar olacak sağlıktan elbet ancak bunları misliyle arttırmamak da gösterilecek bazı özenlere bağlı olabilir. Bu özenleri hepimiz biliyoruz hepimiz uygulamasak da. Ya da bazılarını uygulayabiliyor bazılarında da uygulamamayı seçerek bile bile kendi yıpranmamıza kendimiz göz yumuyoruz.
Bir servet sağlık. Ödemesi baştan ve peşin yapılmış.
Harcama normal şartlarda bizim tasarrufumuzda. Olağan olmayan durumlar da var onlardan bahsetmiyoruz. Harcamayı ölçülü ve hesaplı yapmazsak bu hazine geri gelmemek üzere yitiyor ya da tekrar kazanılmak için yapılan maddi harcamaların haddi hesabı tutulamıyor.
En iyisi sağlığın kaybedilebilir bir şey olduğunu unutmadan yaşamak sanırım. Sağlık hesabından yeterli ve yerinde çekişler yapıp bu hesabı tasarruflu kullanmak.
Sağlıklı ve esenlikli günler dilerim..
ACEMIDEMIRCI

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Deniz Yıldızı

Bir gün yaşlı bir adam kumsalda yürüyormuş. Dalgaların çekildiği saatlermiş ve kumsal, dalgaların kıyıya sürüklediği binlerce deniz yıldızı ile doluymuş. Bu güzel yaratıkların üzerine basmamak için çok dikkat ediyormuş adam.

Hala canlı göründükleri ve denize bırakılmaları halinde hayatlarına devam edebilecekleri için, bazılarını tekrar denize atmayı bile düşünmüş.

Kumların üstünde kalırlarsa yaşayamayacaklarını biliyormuş. Ancak hepsine yardım edemeyeceğini anlayınca hiçbir şey yapmamaya karar vererek yürümeye devam etmiş.

Bir süre sonra kıyıda, deniz yıldızlarını birbiri ardına suya atan bir çocukla karşılaşmış.

Durup sormuş çocuğa, “Ne yapıyorsun?”

“Deniz yıldızlarını kurtarıyorum” demiş çocuk.

“Niye zamanını harcıyorsun? O kadar çok var ki, hepsini kurtaramazsın. Ne fark edecek?” diye sormuş yaşlı adam.

Hiç tereddüt etmeden bir deniz yıldızı daha alıp eline, denize fırlatmış çocuk ve eklemiş “Bu deniz yıldızı için fark etti işte!”

Hayatı boyunca 'fark' yaratmaya çalışan tüm dostlara sevgilerle...

Not: Amerika’lı antropolog, eğitimci ve doğa bilim yazarı Loren Eiseley’in bir denemesinden uyarlanmış olan 'Deniz Yıldızı' hikayesi...

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Merhaba

Merhabalar,
Asi rüzgarının estiği ve serinliğini bizim olan kıyılarda, sahillerde duyduğumuz bir ortamdan,
Kendi sitemizden,
Kendi blogumızdan.

Bir dizi izledik böyle oldu.
"Bir dizi izledim hayatımda bir dizi değişiklik oldu." diye yazmıştım daha önce. En güzel değişikliklerden birisi de bu siteye sahip olmak oldu. usayken arkadaşımın elinin ve gözünün emeği ve zamanın büyük bir bölümünün vakfedilmişliği ile. Bir nevi çiftlik hayatını yaşadığımız aslında hep yaşamak istediğimiz ama koskoca bir şehrin göbeğinde bunu başarmamıza imkan olmayan bu imkanın ilerisi için mevcut olup olmadığı da olmaz yönünde çok büyük şansa sahipken karşımıza çıkan çiftlik ve içinde, çevresinde yaşayanlar aradığımız tavda olunca biz de özlediklerimizi yaşayarak olmasa bile seyrederek giderme fırsatı bulmuştuk. Buraya da bir çiftlik gözüyle bakabilir miyiz diye düşünüyorum. Sözcüklerden oluşan her tohumun yeşerteceği yazılar kimbilir bize neler anlatacak, mahsulü olarak kimbilir ne veriler toplayacağız.

Biz de buranın gölgeli yollarında dolaşacağız, at binmesek bile iletilerimiz ile sörf yapacağımız kesin.

Selamlarımı asiesintilerin önüne kattım, ulaşsın diye.
Sevgi ve saygıyla kalmak üzere.

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Tesekkürler , hayirli olsun ve esintilerimiz bol olsun

Herseyden önce isim cok hosuma gitti Usayken'cim:)) Gayretin icinde ayrica Tesekkürler.
Evet su anda hazirlik asamasindayiz, zamanla yavas-yavas daha donanimli hale gelebiliriz.
Ben bazi Asicanlara cagrida bulunmustum.Ancak o Yorumum kayboldu her nedense???
Neyse tekrar hepimize hayirli olsun ve esintilerimiz bol olsun

Sevgilerimle

Teşekkür, tebrikler ve hayırlı olsun demek istemiştim..

Asi Esintili Merhabalar,
Sevgili usayken arkadaşıma, değerli emeğini esirgemediği ve zamanını ayırarak Asicanlar için Asi esintili blogumuz, 'Asi Asintileri' oluşturduğu için çok teşekkür ediyorum.
Daha ismiyle kulağımıza bildik gelen ve güzellikleri çağrıştıran, bildik ve bilmedik , Asi Esintiler ile dolmuş yelkenlerle buraya uğrayacak her arkadaşımıza/Asican'a blogumuz hayırlı olsun.
Tekrar arkadaşıma teşekkür ediyor ve çok güzel yazışmalar ve paylaşımlar içinde, her zamanki sevgi ve saygı ortamında, insani değerleri, doğayı, mimariyi, kitapları, bitkileri her güzelliği en üstte tutarak harçsız, çimentosuz, demirsiz köprümüzün bir nevi nesnelleştiği bu blogda, uzakların ne kadar yakınlaştığını görmekten duyduğum memnuniyeti belirtmek istiyorum.
Selam ve sevgilerimle.

14 Ağustos 2009 Cuma

Merhaba...

Asi esintilerin etkisine bırakıp kendimizi, bir sayfa açtık bizlere...
Hepimize...
Dünyanın neresinden olursa olsun, Asi ile tanışan, paylaştıkça çoğalan herkese açık bu sayfalar...
Henüz yapım aşamasında...
Yakında dolu dolu aranızda olmak dileğiyle...
Asi esintilerde kalın...
Sevgiyle kalın...