5 Temmuz 2010 Pazartesi

Ayın şavkı, mum ışığı, şimşeğin çakmak çakmak ışığı…

Mevsimlerdeki değişikliği hepimiz biliyoruz. Ne Nisan yağmurları Nisan’a sadık ne de kırkikindiler. Ne Temmuz kurak geçer oldu ne de kışlarda da bahar yaşanmaz değil artık. Eski bir deyim olsa da yenilerde yaşanır oldu yedi mevsim.
Dün gece yine yağmurun kara bulutları duman duman gezindi Ankara göğünde. Yağmur öncesi rüzgarlar önce hafiften sonra sertleşerek yağmurun haberciliğini yaptı. İlkin sertçe vuran damlalar, hiç gecikmeksizin camla kaplı balkonun her yerine vurmaya, sakince dalgalandığı su yatağından kendisini önce buhara sonra da buluta çeviren güneşten hırsını çıkarırcasına camları dövmeye, başladı . Bu dövmenin en güzel yanı yağmur damlalarının cama vuruşlarındaki ses, toprağa, çimlere düşmeleriyle ortaya yayılan ıtırlı kokudur.
Gün boyunca apartmanın etrafını dört gezen, sanki bekçiymişçesine ayak basmadık alan bırakmayan, kimileyin mazıların dibinde gölgelenmek ive dinlenmek için uyuklayan daha vak vak bile diyemeyen dört yavru ördeğimiz, henüz daha palazlanmamışken şiddetli bir yağmura yakalanmışlardı. Onlar aklıma gelince hemen balkonlara koştum.,
Arka tarafta çimlerle kaplı alanda duruyor ve ne yapacaklarını düşünür gibi gözüküyorlardı. Sarı tüylerle kaplı vücutlarını nerede koruyacaklarını çok iyi bilerek ilk buldukları balkonun altına sığındılar.
Bu yağmurda ıslanıp, kötü olacaklarını düşünerek apar topar yağmurluklarımızı giyip aşağıya insek de belli k, bizden önce onları emin bir yere taşıyan olmuş, ne gözüküyorlardı ne de sesleri geliyordu.İçimiz rahat bir şekilde eve döndük..
Apartmanın etrafındaki bir tur, yağmurluğun kapişonu altındaki kalmasına rağmen saçlarımızın , pantolonlarımızın ve ayakkabılarımızın sırılsıklam olması demekti sakin suların önce buhar sonra bulut daha sonra da yağmur damlası olmasının.
Elektrikler kesiliverdi yine daha önceki yağmurlar gibi bu yağmurda da. Yağmur önce hafiften atıştırdı, gelip geçer gibiydi. Dindiğini sanmıştık ki dönüp geldi yine gecenin üzerine uzun süre dağılmayacak koyu mu koyu gri, dumanımsı , yüklü, öfkeli bulutlar . Temelli çöküverdiler geceye
Arka balkonda, çamlıklı tepenin ardında sapanı, zikzakları, akan ince bir derenin ışıltısını andırırcasına ardı ardına çakan şimşeklerin görkemi, evde olmayan elektriğin gökyüzünden seslenişi oldu bize.
Önce şimşekler çaktı ışık hızıyla. Şimşek çakmasının çıkardığı gökgürültüsü bir müddet sonra duyuldu ses hızıyla.
Işık yine sesi geçti , kanunu buydu zaten ışıkla sesin. Önce ışığı belirdi şimşeğin, birkaç saniyelik bekleyişin ardından sesi geldi. Şimşek , hızına yaraşırcasına hızlı, belirip kaybolurken gökyüzünde kayan ince bir parlak şerit gibi, gökgürültüsü sanki o sırada derin bir nefes almış da soluğu yetsin diye bekliyormuş tavrıyla acele etmeden birkaç saniye sonra gümbür gümbür, uğultu kopararak, gecenin en yüksek sesi olarak, ortalığı çınlatarak, göğü yırtarak, heybetle kükredi.
Şimşek kadar aceleci değildi gökgürültüsü, daha sabırlı, son sözü söyler cinstendi. Ağır başlı, vakur ve haşmetli. Kızgın, kükreyen ve sözü söz, dediği dedik.
Elektriklerin aniden kesiliverdiği , göğün yağmur yüklü bulutlarla döşenip, tüten dumanı andırdığı bir gece yapılacak en yerinde şey, koca bir mum yakıp, cılız ve titrek mum ışığının balkon camlarına cüretkar yansımasına gülüp geçen, bir yıldızdan bir yıldıza uzanan aceleci şimşeklerin çakmasının çıkardığı parlak ve ince, uğultulu ışığın altında , cama vuran hırçın yağmur tanelerinin camda zerrelere ayrılıp, hırçınlıklarını camda parçalayışları ve hallerine ağlarcasına camdan süzülüşlerini izlemek olmalıdır.
Bir gece önce yıldızlı gökyüzünün altında şımarıkça yıldızlara nispet ederek yanıp sönen havai fişeklerin nasıl da kıskanacağı bir tezlikle şimşekler, parıldayışla çarçabuk görünüp sönüverirken ve söndükten sonra da kükrerken, cılız mum ışığı aydınlatabildiği kadarı ile yetiniyor, koyu dumanları andıran tozlanmışçasına puslanmış, berrak olmayan bulutların ardından çıkacak bir yol arayan aya sanki deniz feneriymişçesine yol göstermeye çalışıyordu.
Ay kah az da olsa görünüyor, kah buluttan bentler ardında çıkmaz sokaklara sapıyor ama yine de bulduğu aralardan ışığını sızdırarak orada olduğunu gururla göstermeye çalışıyordu.
Ay şavkını salmaya çalışıyordu. Titrek mum ışığı masada sarı ve cılız bir ışık saçıyordu kendince. Şimşekler çakarken bir anlık, yanıp sönüveren bir ışık huzmesi alabildiğine yayılıyordu gökten.
Aynı anda, üç ışık, şimşekten, aydan ve mumdan kendi renkleri, kendi dilleri, kendi saçılışlarıyla harelerle, gölgelerle, dalgalanmalarla gecenin içinde oynaşıyordu. Gün ışığından uzakta, gün ışığı yokken alabildiğine özgürce.
Tepenin ardından birbiri peşi sıra çakıp solan, yanıp sönen şimşeklerin, balkonda zayıfça eriyerek yanan mumun , bulutların arkasından kurtulmak için didinen, yorulan, savaşan ayın her biri birinden ayrı renkte, hızda ve görsellikte olan ışıkları içinde, yağmur sesiyle gece sarmalanmıştı. Mum ışığı, ay ışığı, şimşek parıltısının her biri birer kurdela gibi karanlığa dolanmıştı.
Gün ve gece boyunca susmadan öten böcekler, kuşlar yuvalarına çekilmişti. Omuzlarının arasına sıkıştırdıkları boyunlarıyla kuşlar, yağmuru dinlemeyi tercih etmişti, kendilerini dinletmeyi değil.
Böcekler en yakınlarındaki yaprağın altına sinmiş, yaprağın orta damarından hızla ve kocaman damlalar halinde akan yağmur sularının altında sessizce dinecek yağmuru ve ışıyacak günü beklemeye çekilmişlerdi.
Çıt çıkmıyordu. Çıt çıkabilir miydi ki göğün gürlediği bir ortamda.
Sabah, güneş her zamanki ışıltısıyla gülümserken, gecenin haşin ışımalarından ve seslerinden geriye kalan tek şey yağmur sularının yıkayıp yeşili daha belirginleştirdiği tazecik körpe yaprakların coşkulu yapraklarındaki , tozsuz ve taze renkler kalmıştı. Simsiyah gecenin öfkesi yemyeşile bürünmüştü yağmurlu bir gece sonrası sakin bir ilk Temmuz sabahı.
ACEMIDEMIRCI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapmak için gmail adresi gereklidir...
Yorumlar, blog yöneticisi tarafından denetlendikten sonra, uygun bulunması halinde yayınlanacaktır...
İyi paylaşımlar...

İletişim: usayken@gmail.com