5 Aralık 2009 Cumartesi

Ben çocukken -1-

Ben çocukken çiftlikler vardı. Birisi de teyzemlerin geniş çiftliğiydi. Yaz tatillerinde o çiftlikte çok bulundum. O yüzden sonradan çiflikte geçen romanları da dizileri de çok sevdim.

İçinde çeşit çeşit meyve ağaçları dikili, bakıcısı yani kahyası olan, ata binilen, at arabası ile ulaşım sağlanan, horoz seslerinin duyulduğu, kuru bir dal ile saman yığınları karıştırılınca içinden aniden kıraç sürüngenlerinin, kıvrılarak çıkıp kaçabileceği gerçek çiftlikler.

Dereleri olan çiftliklerdi. Derelerinde karpuzların soğutulduğu, göçmen kuşların gelecek yaza kadar başka diyarlara uçarken üzerinden geçtiği çiftlikler..

Akrabalar, birbirine yakın mahallelerde otururdu ben çocukken. Mutlaka aynı semtte olurdu evleri. Her akşam bir akrabada toplanılır, iskambil ya da tavla oynanırdı, belki de satranç.

Yazın, ev toplantılarının yerini dışarı gezmeleri alırdı. Gençlik Parkı çok nezih bir yerdi o zamanlar. Çoluk çocuk Gençlik Parkı'na gidilir, kalabalık aile grubu bir çay bahçesinde oturur, semaverden çaylar içilirdi.

Çocuklar, motorsiklet ile yapılan bir gösteriyi izlemeye doyamazlardı Gençlik Parkı'nda. Silindir şeklinde geniş ve yüksek duvarlı bir yerde, rotor denilen motorsikletli gösteriyi heyecanla izlerdi. Motorsikletin binicisi, yerden giderek yükselerek, seyircilerin bulunduğu daha yukarıdaki yükseltiye kadar düz duvarda motorunu sürer ve gösteriyi bitirirken göğsünden çıkardığı Türk bayrağını yüzüne örterdi..

Ben çocukken, televizyon henüz bilinmeye başlamıştı. Lojmanda otururduk . Televizyon alan ilk komşumuza her gece çoluk çocuk gidilir, haberler izlenir, büyükler koltuklara, sandalyelere oturur, çocuklar yere, halının üzerine sıra sıra dizilirdi. Televizyon sahibi komşu, evinde televizyon olmasının gururuyla uzunca bir zaman bu ağırlamaları sürdürse de diğer komşuların televizyon almaya başlamaları, onu oldukça rahatlatmıştı.

Televizyonda izlenen haberler kadar haberleri sunan spikerlerin saçları ve giyimleri de çok dikkat çekerdi. O zaman spikerler çok özenle seçilmekteydi. Ses tonları, Türkçe'ye hakimiyetleri, dili kullanışları olağanüstüydü. Öyleleri pek kalmadı artık.

Ben çocukken, annelerimiz bizleri komşulara göndererek “Bir maniniz yoksa annemler akşam size gelecek” dedirtirlerdi. Daha sonra o zamanların kalıplaşmış bu cümlesi için bir kitap yazıldı.

Ben çocukken yılbaşları bambaşkaydı. Her evde olmayan televizyon, birkaç saat yayından sonra kapanırdı, tek bir kanallıydı. Yılbaşı nedeniyle biraraya gelen akrabaları oylayan şey, bugünkü gibi televizyon eğlenceleri değil, tombala, atyarışı oynamaktı. At yarışı ilginç bir oyundu.

Kupürlerle oynanırdı at yarışı. Bir kapta su olur, o küçük kupürlere su sürülerek sonuç görülürdü. Bugünün televizyon yayınlarının hiçbiri, o oyunların heyecanını, hazzını hissettirmeye yetemez.

Yılbaşları için kocaman , besili tavuklar pişirilir, pilavların üzerine yerleştirilirdi. Her çeşit kuruyemişten oldukça bol alınır, elma, portakal, muz meyve olarak sunulurdu.

Ben çocukken dolmuş, otobüs, taksi gibi araçlar özel otomobillerden daha çoktu.

Her evde televizyon olmaması her akşam gezme anlamına gelirdi. Ya misafirliğe gidilirdi, ya misafir ağırlanırdı akşamları evlerde.

Bu gezmeler bol sohbetli olurdu. Çay, yanına bisküvi ya da gofret verilerek ikram edilirdi. Çaydan sonra meyve ikramı da olurdu.
Sonra üniversiteye hazırlıklar, kurslar , üniversite öğrencilikleri başlayınca, bu gezmeker azaldı ve giderek neredeyse bitti.

Ben küçükken, ithal meyveler olmadığı için mesela bir kivi meyvesi ikramlar arasında olmazdı.

Ben çocukken hazır giyim yaygın değildi. Annelerimiz dikerdi giysilerimizi. Moda dergileri alınır, patron denilen kalıplar çıkarılır, kumaşın üzerine koyulan bu kalıplara göre giysiler kesilir, teğellenir, tutturulur, makine dikişi, temiz işleri, bastırmaları yapılırdı.

Ben çocukken, bahçeler meyve ağaçlarıyla doluydu. Şimdiki siteler gibi park bitkileri ile dou değillerdi bahçeler.

Ağaçlara tırmanırdık. Düşerdik hatta. Dizlerimiz yara bere içinde olurdu hep. Ağaca tırmanmanın, ağaçtan karadut, beyaz dut, çağla toplamak zevkinin yanında, dizlerin yaralanmasının acısı çok önemsizdir.

Deniz denince akla Erdek gelirdi. Ben ilkokuldayken ,mayo bulunmazdı çocuklara göre. Annem, Burda dergisinden kalıp çıkararak bize yedekleriyle dikmişti ilk mayolarımızı.

Ben çocukken, tatiller memleketlerde geçirilirdi. Tatil süresi oldukça uzundu. Okul bitince başlar, okul yeniden açılana kadar sürerdi.

Memleketler, o zaman, memleket denilince anlaşılan cinstendi. Bahçeli müstakil evlerde, çömlek peynirleri saklanan kayıt damları vardı. Bahçede olmazsa olmaz hünnap ağacı, ceviz ağacı, kadıngöbeği cinsi kayısı, zerdali, altına beyaz geniş bir örtü ya da sofra bezi serilerek çırpılan bahçenin vazgeçilmezi dut ağacı hep orada duracak, birgün apartmanla kaplanacak buralardan hiç kesilmeyecekler sanılırdı.

Onlarca omcadan oluşan bağlardan ya da evlerin bahçelerinde mutlaka olan asmalardan, bütün kış yaprak sarması olarak kullanılmak üzere toplanan yapraklar, salamura yapılır, kalın yeşil cam kavanozlarda saklanırdı.

Sadece yapraklar salamura yapılmazdı, dolmalık biberler de salamura olarak saklanırdı. O zaman sadece yeşil ve normal büyüklükte dolmalık biberler vardı.

Patlıcan, biber, dolmalık biber, yeşil fasulye kışın kullanılmak üzere kurutulurdu.

Memlekette çeşmeler olurdu, susuz evlerin kadınlarının gelip başında sohbet ederek sıra beklediği. O zamanlar su olmayan eski evler de vardı. Kadınların omuzlarında uzun bir ağaç dalından yapılmış askının her iki ucundan aşağıya uzanmış kalın iplerin ucunda, helke denilen kovalar olur, o kovalar ile su taşınırdı.

Ben henüz okula gitmiyorken, okula giden abilerin şapka giydiğini gördükçe onları asker sanıyordum.

Benim çocukluğumda, bilgisayarlar bir oda büyüklüğünde olurdu. Onları görmek de sadece gazetedeki resimlerinden mümkündü. Çok ciddi işler için kullanılırdı. PC hayali bile kurulamazdı o zamanlar.

Köyünden gelip bir apartmanda iş bulmuş kapıcılarımız oludu. Lojmandaki kapıcımız Bilal Efendi gibi. Her sabah gazetemizi getirirdi. Kolundaki koca ekmek sepeti, fırından yeni çıkmış taptaze, mis gibi kokan ekmeklerle dolu olurdu. Sipariş olup olmadığını sormak için öğleye doğru uğrar ve maydonoz, limon gibi siparişleri getirirdi.

Gazetelerin tefrikaları olurdu benim çocukluğumda. Okuduğum bazı romanlar daha ilkokul öğrencisiyken tefrika halinde gazetelerde yayınlananlardır. Genellikle yabancı romanlardı. bunlar.

Birkaç kez Türk eserleri de yayınlanmıştı. Çok hoşuma gitmişti o kitaplardan biri. Adı “Büyük Orfoz ve O Çok Büyük Aşk” idi. Bir de Türk dedektife ait maceraları anlatan kitap serisi yayınlanırdı.

Milliyet Gazetesi'nin iç sol sayfalarının birinde, sol kenarda, hergün yayınlanan çizgi romanlar olurdu. Hoş Memo, Mr. Hazard, Sahne Işıkları..

Gazetelerin bulmacaları çok önemliydi. Kültürün, hergün yeniden test edilmesi anlamına gelirdi bulmacalar. Bir müddet sonra bulmacalarda sorulan beylik sözcüklerin hepsi ezberlenmiş olurdu.
Pazar günleri yapılan en önemli işlerin başında bulmaca çözmek gelirdi. Sırf bu yüzden eve birkaç gazete alanlar olurdu. Bulmaca çözen kişi, sabah gazeteyi ilk önce almak için uğraşır, başkası kendisinden önce bulmacaya yanaşmasın ve iki harfli kelimeleri doldurarak bulmacanın tadını kaçırmasın diye erkenden kalkardı.

Tost makineleri çok sevilirdi. Cumartesi ve Pazar sabahları evler tost kokardı.

Domates, domates gibi kokardı. Gıdalarda hile hurda yoktu. Hormonlu ya da genetikli gıda bilinmezdi.

Vita yağı, margarinlerin mutfağa girişinin adıydı. Boş teneke kutularına çiçek dikilirdi.

Benim çocukluğumda, her evde devetabanı, kauçuk ve kılıç cinsi bitkiler mutlaka olurdu.

Sehpaların üzerinde misafirlere ikram edilmek üzere birkaç marka sigara bulunur, gelen misafire önce kolonya tutulur, sonra şeker ve sigara sunulur ardından çay, kahve ikramına geçilirdi.

Büyükbabalar ya da dedeler memleketten gelirken yanlarında çocukları, torunları için kışlık gerekli azıklar taşırlardı. Dedemin bir sepeti olurdu hep. İçinden mutlaka birkaç yaban ördeği çıkardı. Bir de çörekotlu çömlek peyniri.

Çocukken yediğim yaban ördeklerini sonraları uçarken bile göremez oldum. Birkaç yurtdışı gezisi dışında yaban ördeği yemeyi çoktan unuttuk.

Ben çocukken, üniversite öncesi eğitim, beş yıl ilkokul, üç yıl ortaokul ve üç yıl liseden oluşurdu. Ortaokul ve lise son sınıflarda bitirme sınavına girilirdi. Ben ortaokulda bitirme sınavına girmiştim ama lisedeyken bu sınav kalktı.

Ben çocukken, evlerin arasında kocaman arsalar olurdu. Okul çıkışı mahallenin çocukları bu arsalarda toplanır oyunlar oynardı.

Benim ilkokul dönemimim geçtiği bizim lojman bloklarının arasındaki arsaya, eğer yapılmış olsaydı en az iki blok daha sığardı. Biz o cömert boşlukta yakantop, istop, dalya, saklambaç, yağ satarım bal satarım oynardık.

Yakantopunu iyi oynayan için “iki canlı” denilirdi.Kuvvetli oyuncular iki canlıydı. Ben iki canlıydım. İki canlıların olduğu takımlarda nutlaka bir de kuvvetsiz oyuncu olurdu.

Oyuna kimin önce başlayacağı ya da kimlerin aynı takımda oynamak üzere eşleşeceği, çeşitli şekillerde belirlenirdi. Ya iki takımın oyunbaşı olan çocuk biraz mesafe koyarak karşılıklı adımlar atarak, “Aldım verdim ben seni yendim” tekerlemesi ile kimin ayağı kimin ayağının üzerine gelecek çekişmesi yapar bu arada karşıdakinin ayağının bizim ayağımıza basmasını önlemek için adımlar giderek küçültülür, parmak uçlarıyla basılırdı ya da ellerimizi “Ay may kumay “ dedikten sonra düz ya da avucumuz dönük halde öne uzatırdık. Ellerin duruşuna göre, düz mü, avuçlar açık mı oluşuna bağlı olarak ,elleri aynı olanlar, aynı takımdan olurdu.

Aparmanların girişlerindeki duvarların üzerine tuğla, kömür parçası ile şekiller çizip, dama oynardık. Küçük taşları toplar elimizle atıp tutarak beş taş oynamayı hepimiz bilirdik. Şimdi beştaş oyununu duyan bile olduğunu sanmıyorum.

Biz çocukken ip atlardık.

Geniş caddelerde trafik sorunu yoktu. Araba park sorunu hiç yoktu. Vızır vızır bisiklete binerdik.
Benim çocukluğumda ya çok kısa ya çok uzun olurdu giysiler. Ya mini denilen çok kısa eteklikler ya maksi denilen çok uzun etekler, paltolar giyilirdi. Midi denilen dizaltı giyenlere de rastlanırdı.
Erkekler, saçları ne kadar uzunsa kendilerini o kadar modern ya da batılı olduğunu sanırdı.

Ben ortaokulu Ünye'de okudum. O yüzden kendimi biraz Karadenizli gibi görürüm. O zaman seçmeli dersler vardı. Ünye taşraydı, tarım kesimi olduğu için ben tarım dersi okumuştum. Şehirdekiler tarım dersi okumuyordu.

Biz, özenilesi çocukluk yaşamış çocuklarmışız meğer. Şimdi bakıyorum da çiftlik de oyunlarda, ağaçlar da çizgi filmlerde var artık.. Gerçeği yerine sanalı var herşeyin. Çocuklar da gerçek çocuklar gibi yaşamıyor çocukluklarını. Ağaca tırmananı yok, daldan düşüp dizini yara bere içinde bırakanı yok, mahallede boş arsa yok ki yakantop, dalya, bilye oynasınlar. Gerçi olsa da oynayamıyorlar, çeşitli tehlikelerle dolu artık sokaklar çocuklar için.. Sanal bir çocukluk yaşıyorlar üç yaşından itibaren sabah uykularını servislerde alarak..

Hakkını vererek çocuk olmuşuz biz. Tam anlamıyla çocuktuk biz.. Çocuk gibi çocuklarmışız. Mutlu, hava kararana kadar top oynayan, yitmemiş domates kokularını duymuş, ağaca tırmanmış, yazları çiftlikte yaşamış.. Çocukluğu yaşamış çocuklar..

2 yorum:

  1. Merhaba Asemidemircim,herden olurki bloga girmek mumkun olmuyor,hemde son gunler okulda sinavlar basliyor,onlari hazirlamak cok zaman aliyor,bir yandanda oyrenciler ucun yeni yil partisi hazirlamak,sene yorum yazmakdan koydu beni,,,bu yazin beni cok etkiledi,ne guzel cocuklugun olmus,cok menali,duygulandim kendi cocuklugumu hatirladim,ayri olkelerde yasadigimizcin,yasayis terzlerimizde ayni olmadigicin cocuklugumuzda farkli olmus.Ben bildiyin kimi Sovetler zamaninda dogulmusam,gozumu acandan annemi bir is kadini,korpe cocuk evinin mudiresi ,babami doktor bilmisem,bazan gecelerde gapimiz doyulur,babam yardima ceder,her gun okul ,sonra derslerimizi hazirlar,myuzik okuluna geder,aksamlar babamla sam yemeyi yeyerdiz,babam bizimle kisada olsa sohbetleser,is odasina cekilerdi , evimizde televiziyon vardi,biz bir tek cizki film izlerdik ,annem saat 21de bizi yatagimiza uzadar,uykuya gedenecen masal okurdu,,,tatil gunlerini cok severdim simdi oldugu kimi,o zaman hayat bizimcin bambaska,rengareng olurdu,annemle babam bizimle vakit kecirmekden hec usanmazdilar,ormana ,nehir kiysina,gormedigimiz yerlere goturerdiler bizi,seher disinda olmagi cok severdi babam,tabiatin en guzel yerlerini kesf ederdi bizimcin,kucuk koy cifliyimize geder bayramlari orada kecirerdik,akrabalarda davet olunar,cok keyfli olurdu,okul zamani oyle bilki grafik vardi,her hafta sonu ya sinema,cocuk teatrosumu,heyvanat parkimi,ne bileyim her kultur merkezlerine aparmakdan yorulmazdilar,en cok sevdiyim canli yunus teatrosuydi,,,butun bunlardan bazen sikilardik yaz tatilini hevesle beklerdik,o zaman her seyden ozgulduk,cocuk aklimizla kacib,oyun oynamaki her seyden ustun tutardik,top oynamak,kendir firlamakdan mutluyduk,sehere gayitmak istemezdik,cunki cok mutluyduk.Simdi Asemidemirci sen cok haklisan biz cocuklugumuzda mutluyduk,ama kendi cocuklarima bakiyoram,onlarcin,bilgisayar her seyden ustun,sokakda oynamak bele yok,kitab zor okulur,muzeye heves yok,sevdikleri filmlerde fantastika,korhulu filmler,ben bele izleye bilmem,boyuklerimden aldikimi onlarada vermek isterem,zorlaniram,inadci oldugumcun kabul ediler,ama isterdimki kendi istekleri olsun,bir az da mac fanati olublar,yene yazda,okulda bu oyun oynamaglarina sevinirem,bilgisayardan uzaklasdiklaricun, zamanmi kotu,ne bilmiyoram,ama cocuklara cok yazik,bizimkimi cocukluk kecirmek belkede onlarcin meraksiz bir masal,belkede onlarin sucu yok zaman tehnoloji ,yenede becerdikce onlara yardim etmeli,cocuklugun guzel anlarini anlatmali,mutlulugun guzel bir duygu oldugunu hiss etdirmeli...YULIA.

    YanıtlaSil
  2. Merhabalar,
    Yuliacım,
    Eski çocuklukları anlatmak kadar dinlemek de güzelmiş.
    Senin çocukluğunu okurken, çizgi filmlerde kalan bayırlarda, çayırlarda, küçük köylerin sabahlarında, çiftliklerin tavuklu, kazlı, kuzulu geniş alanlarında gezindim.
    Senin harika bir çocukluğun olmuş.
    Şehirde bir yaşam, şehirde çalışan bir anne baba, şehrin sunduğu tüm imkanlardan, tiyatrodan, sinemadan, gösterilerden, müzik resitallerinden yararlanıp, bir de fırsat buldukça köydeki küçük çiftlikte vakit geçirmekle çok güzel dengelenmiş bir hayatın olmuş.
    Şehri yaşarken ,kırdan, köyden, tarımdan, çiftlikten de mahrum kalmamışın.
    Senin çocukluğunu, keşke, daha uzun yazsan da buradan okusak.
    Nefis bir çocukluk resmi çıkacak ortaya eminim.
    Senden öyle bir yazı beklesem canım arkadaşım
    Hem de merakla..
    Şimdiden çok teşekkürler..
    ACEMIDEMIRCI

    YanıtlaSil

Yorum yapmak için gmail adresi gereklidir...
Yorumlar, blog yöneticisi tarafından denetlendikten sonra, uygun bulunması halinde yayınlanacaktır...
İyi paylaşımlar...

İletişim: usayken@gmail.com