Bir çocuk doğar, tüm şirinliğiyle büyür ve bir an gelir artık ona karışmanızı, akıl vermenizi istemezler. Büyüdüklerini düşünürler çünkü, bunu da ispatlamak peşindedirler. Kendilerine, size, çevrelerine. Büyük birisi olarak, ergin bir kişi olarak kendi kararlarını kendileri verebilir, işlerini kotarabilir olduklarını başta annebabaları olmak üzere herkese gösterirler. Böylece çocukluktan mezun olma sınavını da başarıyla tamamladıklarını kendileri dahil herkese gururla göstermek isterler.
Bebekler, çocuk; çocuklar yetişkin olur gün gelir.
Büyürler yani. Büyüdüklerini her hareketleri ile, isyanları ile, başkaldıran duruşları ile anlatmaktadırlar.
Evimizin büyüyenleri, çocuklar.. Ya büyümeyenleri?
Evlerimizde hiç büyümeyen kocaman çocuklar da var. Onlar evin ilk çocukları gibiler. Her zaman çocuklar, ne kadar yetişkin gözükseler de kendilerine bakmakta daima zorlanırlar.
Kim mi onlar? Çoktan anladığınızı biliyorum ama yine de yazmalıyım. Kocalar elbet.
Bunu anlamak her zaman kolayca mümkün olsa da, somutlaştığı anlar bizi çok güldüren anlardır.
Böyle bir anı ilk kez, ilk iki tekerlekli bisikletim alındığında fark etmiştim.
Yenimahalle'de lojmanlarda otururduk, Yahya Kemal Caddesi'nde. Geniş bir caddedir orası. Senelerdir yolum düşmese de hala öyle olduğunu biliyorum. O vakitler trafik neredeyse yoktu, annemin gözü arkada kalmadan yaz tatillerinde bisiklete binerdik cadde boyunca. Babam aşağıya iner, bisiklet sefamız bitene kadar bizi gözlerdi.
Bisikletim yeni alınmıştı. Aksaray'da idik. Oradaki evimizin sokağında binecektim. Evimizin bahçesinden akan dere, diğer evlerin sokak duvarlarının dibinden akıyordu. Annem dereye düşebileceğmden korkuyordu.
Babam bisiklete binmeyi çok severdi. Bana alınan bisiklete deneme amacıyla bindi. Babam sanırım tüm Aksaray'ı dolaştı bisikletle. İnmek binmedi bir türlü.
Babam benden daha çocuk olmuştu dere kenarında bisiklete binme konusunda.
Kıbrıs'tan, uzaktan kumandalı uçak ve gerçeğinden güzel arabalar getirmiştik kardeşime. Henüz küçüktü kardeşim, kumanda ile yönetmeyi kısa sürede öğrendi ama bu öğrenme sürecinde babam bol bol oynadı bu oyuncaklarla.
Filmlerde olurdu, görürdüm ancak pek çok gerçekleşmesini de dinledim yakınlarımızdakilerden, yürüyen oyuncuklarla ilgili.
Evin erkek çocuğuna, rayların üzerinde giden tren alınır ama bu trenle oynama fırsatını çocuk bir türlü yakalayamaz. Çünkü evin babası treni çocuğuna hiç bırakmadan oynamaktadır.
Sık sık bazı ünlü yöneticilerin, medyadan tanıdığımız kişilerin çalışma odalarında oldukça büyük bir alan kaplayan oyuncak trenleri ile resimlerini görürüz. Boş kaldıkça trenlerini çalıştırıp onları seyrederek dinlendiklerini söylerler hatta.
Oyuncak konusu ile kalmaz yetişkin erkeklerin çocuklukları. Kendine bakmak konusunda pek yetenekli sayılmazlar hatta hiç.
Eğer birkaç gün evde yalnız kalmaları gerekse, bu süre zarfında yemeleri için onlara yiyecekler hazırlayıp buzdolabını bunlarla doldursanız da, yalnız kaldıkları süre boyunca ya ısıtacak kap bulamayıp bu yiyeceklere hiç dokunmazlar ya da buzdolabının yemeleri için hazırlanmış yemekler ile dolu olduğunu unutuverirler.
Ne kadar zararlı, tuz deposu, zararlı yağlarla yapılmış cipsler, yağlı kuruyemişler, çikolatalar, antep fıstıkları, kajular varsa evde, onları yerler; yetmedi alırlar.
Bu durum karşısında ne yapılabilir. Eminim çoğumuz aynı şeyi yapıyoruzdur, benim yaptığım gibi;
“Bunlar zararlı, yağ deposu, damarları daraltan şeyler”, demek. Bunu dediğim zaman aldığım cevap şu oluyor;
-”Ama tadı güzel”
O zaman eşime
-“Damak tadı değil ağız tadı önemli” derim.
Ağız tadı, bilirsiniz gönenç, mutluluk, huzur, hayatın yolunda gitmesi anlamına gelmektedir. Damak tadı ise, lezzetli yemeklerin hepimizde uyandırdığı hazzı anlatmak için kullanılır.
Yemek konusundaki duyarlılıkları damak tadına odaklanmış evlerin koca bebekleri, aradıkları hiçbir şeyi de kolay kolay bulamazlar.
Buzdolaplarını hepimiz biliriz. Birkaç rafı olan, kapısında da ayrıca gözleri olan, sonuçta küçük ve sınırlı hacimlerdir.
Kahvaltı sofrasına konulacak tulum peyniri eğer raflarda duran kapalı kaseler, saklama kabı, kavanoz gibi şeylerin arkasında kalmışsa o peynir pek çok koca tarafından kolayca bulunamamaktadır. Peynirin yok olduğunu duymak size şaşırtıcı gelmez, hatta peynir herhangi bir kavanozun arkasında değil en önde olsa bile.
Peynir ya da zeytin saklama kabı görülemez en önde bile olsalar kolay kolay. Zira kocalar buzdolabının kapağını açar açmaz göz hizalarındaki ilk yere bakarlar. Rafları gözleriyle taramazlar, asla öndeki reçel kavanozunu, kaseleri biraz yana itekleyip arkasına bakmazlar. Dolayısı ile ilk ve tek baktıkları yerde aradıkları şey varsa onu kolaylıkla bulabilirler, eğer orada yoksa bulmak işi mutlaka size düşer.
-”Neerrdeee?”, sorusu kulaklarınızın çok aşina olduğu ses dizeleridir nicedir.
En sevdikleri gömlekleri kolay bulumayanlar listesinde başta gelenlerdendie. Çorapları, kemerleri de öyle.
Herşeyin kendine ait bir yeri olması, en lüzumlu gereçlerden olan gözlüğün koruma kabından çıkarılıp, işi bitince yine koruma kabına tıkılarak, kabın da daima aynı yere koyulmasının , aranılınca kolayca erişilmesi için ilk şart olduğu teorisini çoktan benimsemişlerdir ama uygulamaya asla geçemezler. Teoride ne kadar başarılıysalar uygulamada o kadar ağırdan alırlar. Gözlük bulmak artık sizin günlük alışılagelmiş işlerinizden bir olmuştur çoktan.
Bir büyük alışveriş merkezinde eşiniz bir anda gözden yitese onu bulabileceğiniz yer kuşkusuz bilgisayar oyunları satan bölümde, araba yarışları oyunlarına ait rafların önüdür.
Eşlerin birbirlerinin yarısı olduğuna inanırım. Yarım elmanın her bir şakı gibi. O yüzden günde defalarca gözlük bulsam da, buzdolabını açıp peynirin yerini göstersem de, eşim benim gözlük kaybeden yanımdır, ben onun gözlük bulan yanı.
Yeter ki ağız tadımız bozulmasın da, onlar alabildiğince yitirsinler her şeyi, bizler de seve seve gözlük, gömlek, çorap bulalım evlerin kocaman bebeklerine, o evde ilk çocuk olmayı kimselere bırakmayan eşlerimize.
ACEMIDEMIRCI
2 Aralık 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Asemidemircim,bende,oylecede butun kadinlar seninle razi,evin ilk cocuklari-kocalar,ama biz bunu onlara anlata bilerikmi,aile bascisi olduklaricin kendilerini bir pille yukarida biliyorlar,ne biliyim,yemek kaprizleri,film secmekde ,oyun oynamakda birincilik onlarda.Belkede zamaninda boyuklerine etmedikleri cocuk kaprizlerini bize etmekden zovk aliyorlar,sebebi bizim onlari cok sevdiyimizi bir daha isbatlamak,,,YULIA.
YanıtlaSilYuliacım, yazını okurken harika bir cümle ile karşılaştım;
YanıtlaSil“Belkede zamaninda boyuklerine etmedikleri cocuk kaprizlerini bize etmekden zovk aliyorlar,sebebi bizim onlari cok sevdiyimizi bir daha isbatlamak,,,YULIA.”
Herşeyi o kadar içten, sade ve öz olarak anlatmışın ki..
Bu cümleye bayıldım.
Herşeyi anlatan, özetleyen, kısaca anlatan bir cümle.
Ellerine sağlık bunu yazduığın için.
ACEMIDEMIRCI