Kah yol kenarlarındaki elektrik direklerinden, kah koyu gölgeli yemyeşilağaçlardan, kah kurumuş yaprakların cılızca tutunduğu dallardan hoyrat rüzgarlarca koparılmış sonbahar ağaçlarından, kah çalılardan hatta bazen kaya kovuklarından gelen incecik , çağırıcı, talepkar seslerin kaynağı olan çalı çırpılardır kuş yuvaları.
Kimileyin çatal dalların arasına, gagaların gücü nispetince taşınmış dal parçalarının ustaca yerleştirilmesi ile oluşturulur kuş yuvaları. Kimileyin de örücü kuşların ağızlarında harç haline getirdikleri çamurlar, bir su kabağı şekli verilerek yuvaya dönüştürülür, tutunduğu daldan nazlıca salınır ılık ve usul yellerin ıslığında.
Bazen çatıların kiremitlerindeki boşluklardan içeri sızılarak oluşturulur yuvalar.
Kuş yuvası deyinde aklıma ilkin leylek yuvaları gelir.
Bir de kartalların ki. Heybetli manzaralara hakim yükseklerde yaşar kartallar.
Leylek yuvaları genellikle geniş ve yuvarlak olur, ya bacalara kondurulur ya da direklerin tepesine..
Epeyce çalı çırpı, çöp, saman ,dal parçası taşınarak yapılmış, besin bulması kolay olacağı için sulak yerlere yakın, yüksekçe yuvalardır. Mayıs’a kadar boş olan o yuvalardan leylek laklaklarının yükselişi , cemrelerin düştüğünü, hayatın canlanışını, kışın yorgunluğunun atıldığını, uyanışı anlatır. Bahara ilkin leylekler merhaba der, bacalardan.
Bacalar zaten yuva demektir.
İlk baharda gelen leylekler eski yuvalarını bulur ve soğuyan havaların ardından yeniden sıcak bölgelere dönüş mevsimi olan sonbahara kadar da orada kalırlar.
Uzun bacaklı, uzun gagalı ve siyah beyaz renklerde tüyleri olan leyleklerin, kenarları yüksekçe örülmüş dal parçacıkları ile çevrili yuvalarında ayakta duruşları da, oturuşları da yuvalarının üzerinde havada süzülüşleri de çok güzeldir. Leylekler bahardır, yazdır, sıcak havadır, laklak nakaratlı hoş bir şarkıdır.
Çocukluğumun yaz tatillerinin geçtiği Ereğli’deki teyzemlerin çiftliğinde, dere boyunca kurbağaların bağırtısına doğru ava çıkan, sapsarı tarlaların üzerinde beyaz, geniş kanatlarıyla usulca süzülerek uçarken izlediğimde leylekleri daha bir sevmiştim.
Çocukları da leylekler getirirdi ya biz çocukken, zaten o yüzden çok severdim onları ama sarı ekinlerin üzerinden altta şırıltıyla akan ince dereyi gözleyerek süzülüşlerini seyrederken sevmemek elde değildi.
Teyzemlerin çiftliğinde yaz tatilindeydik. Bizden epeyce büyük olan teyzemin oğlu ara sıra ata biner, çiftlikte gezerdi. Bir defasında dönüşünde kucağında bir leylek vardı. Yaralı bir leylek bulmuş ve ona yardım edebilmek için eve getirmişti. Nasıl yardım edeceğimizi tam olarak bilemesek de önüne su, yem koyarak, kaynamış suda yıkanmış beyaz temiz bezle yarasını temizleyip, tentürdiot sürüp,sargı beziyle sararak iyileşmesini bekledik.
Leylek yaşamadı. Ona yardımcı olamadığımız için hepimiz üzülmüştük. Ayak değmesi zor olan bir köşede bir yer hazırladı teyzemin oğlu ona. Başı, Kıble’ye gelecek şekilde gömmüştük yaralı leyleği. Onun için göç mevsimi erken bitmişti. Göç hesaplanmayan bir adrese olmuştu.
Belki o yüzdendir hayatım boyunca ilk çocukluk romanlarımdan olan ”Leylek Dede"yi hep çok sevdim, uzunca bir süre her yaz tatilinde okudum ve hep sakladım.
Eski küçük şehirlerde ya da kasabalarda hala bahçeli, ağaçlı, yeşillikler içindeki evlerin bacalarına leyleklerin geldiğini görmek mümkündür. Her sene aynı leylek ailesi gelir aynı yuvaya.
Leylekler tek eşliymiş. Eşi ölünce, diğer eşin gelmediği olurmuş.
Leylek yavruları oburdur. Leylek yuvalarının altında kimileyin henüz tüylenmemiş bir lyavru bulunabilir cansız halde. Denildiğine göre leylekler iki yavruyu besleyemeyecekleri için birini yuvadan aşağı iterlermiş. Kendini aileden dışlanmış hissedenlerin kendilerini “Leyleğin yuvadan attığı yavru olarak” tanımlamaları da o yüzdendir.
Bir Haziran ayı başında Eğirdir Kovada göllerini gezmek için katıldığımız turun dönüşünde tam kameranın şarjının bittiği , fotoğraf makinemin de kartının dolduğu, akşamın bastırdığı saatlerde, otobüsümüz çiçek açmış elma ağaçları ile kaplı yoldan Ankara’ya doğru ilerlerken gördüğüm görüntü ne kadar kısa süreli olsa da unutulmayacak kadar emsalsizdir.
Karanlığın henüz tam anlamıyla inmediği, görüntülerin koyu silüetler halinde belirdiği yolda leylekler, henüz yapraklanmamış ağaçların her bir dalına alabildiğine konmuş, belirgin karaltılarıyla birer biblo gibi dalları donatmış halde eşsiz bir görüntü ortaya çıkarmışlardı inen akşamın ileri saatlerinde, göl kenarında.
Bir başka turda da sulak bir yerden geçerken beslenmek için konaklamış kalabalık bir leylek sürüsü görmüştük. Katılımcıların ısrarı sonucu otobüsü durdurarak leylek sürüsüne doğru koşmaya başlayanları gülerek izlemiştik.
Leylekler kaçmıştı ancak onca leyleğin topluca kanat çırpışları ve havalanışlarını seyretmek bile o molaya değerdi.
Mis kokulu yasemin dalları arasında gördüğüm yuvanın sahibi kuşlara çok imrenmiştim bir yaz günü. Bizim bütün kış uzakta olmamızı fırsat bilerek, yokluğumuzda oraya yuvalarını kurmuşlardı belliki.. Yazın gittiğimizde bizi karşılayan sevimli yuvadan çok hoşnut olmuştuk, yuvanın sahiplerini ne kadar rahatsız etmemeye çalışsak da kısa süre içinde başka bir yuva edinmelerine engel olamadık. O yuvayı uzunca bir süre , dalları dağılana, her bir çöp ayrılana kadar sakladım.
Güvercinler arsızdır. İki ayda bir yavru çıkarırlar. Her yere yuva yaparlar. İnsanlara yanaşmazlar ama insanlara yakın yaşarlar. Balkonlar en sevdikleri yerlerdir yuva yapmak için. Saksağanlar, güvercin yavrularına düşmandır, onları parçalarlar, kan revan içinde bırakırlar. Belki bu yüzden güvercinler insanlara yakın olmayı severler, saksağanların kovulacağı yerlerdir balkonlar.
Kovsanız da gitmezler güvercinler balkondan. On yıllarca o yuva hizmet verir, yavrular çıkar, palazlanır, büyür, uçarlar yuvadan. Sonra yeni yavrular gelir. Yazın o yuvalardan ağır bir koku gelir. Temizlik yorucudur güvercin kirlerini.
Kapadokya’da peribacalarında taşlara oyulmuş güvercin yuvalarına rastlarsınız. Güvercin gübresi çok değerli bir besindir bahçeler için, o yuvalardan bolca gübre edinilir..
Saksağan yuvaları çok eğreti gözükür bana. Yuvalarını daha çok ağaçların çatal dalları arasına yaparlar. Taşıdıkları bazı dalları öyle yerleştirirler ki bazı dal parçaçıkları yuvadan çıkmış, sanki düşecekmiş gibidir.
Yavrulama döneminde yuvalarının yanından geçmeye görün bir o ağaca bir bu ağaca uçarak, çığlık çığlığa öter ve tetikte olurlar. Sık sık indirip kaldırdıkları ince ve uzun kuyrukları, parlak yeşil göğüsleriyle ben severim saksağanları, kimileri için karga cinsi olsa da, hırsız saksağan olarak algılansa da..
Kırlangıçlar en seyirlik kuşlardır. Zarif ve küçük gövdelerini süsleyen çatal kuyrukları ile gün batımı sonrası yaz akşamları yaptıkları varyete muhteşemdir. Gökyüzünü şenlendirirler. Onca kırlangıcın, hızla uçarken birdenbire dönmelerine karşılık birbirleri ile çarpıştıkları hiç olmaz. Ani dönüşler ile yaptıkları uçuşlar ile deyişlere konu olmuşlardır: Kırlangıca sormuşlar nasıl baş ediyorsun bunca tehlikeli uçuşun içerdiği bela ile diye, kırlangıç da “Kah altından uçuyorum belanın kah üstünden uçuyorum” demiş.
Hava iyice kararınca kırlangıçlar yuvalarına çekilir, genellikle apartman çatılarıdır yuvaları. Yuvalarında en güzel görüntülerden birisi de ağzını kocaman açmış siyah tüylü yem bekleyen yavru kırlangıçlardır.
Gece balkonda iseniz ya da açık havada oturuyorsanız küçücük kelebeğimsi bir şeylerin size doğru uçtuğunu görebilirsiniz. Asla size yaklaşmazlar ama yakınlarınızdan hızla, hayalet gibi geçebilirler. Bu küçük karaltılar aslında kuştur, yarasalardır. Gecenin uçan kuşları.
Gündüz uçan kuşlar yuvalarına çekilmişken onlar koyu gökyüzünün altında karanlıkta daha koyu bir karaltı olarak sessizce, çevikçe uçarlar. Artık şehirlerde çok sık rastlanıyor yarasalara, apartman çatıları uzunca bir zamandır onların da yuvaları oldu. Çatılarda pek çok hayatlar sürülüyor, sessizce, habersizce, gözlerden uzak.
Ağaçkakanlar yuvalarını güçlü gagaları sayesinde, ağaç gövdelerini oyarak yaparlar. Ağaçlık bir yerden geçerken biteviye bir ses duyarsanız ağaca vurulurmuşcasına, o an bir ağaçkakan yuvasını yapmaktadır. Ağaç gövdelerinde yuvarlak bir oyuk açarlar ve içerisinde yaşarlar, kırmızı şeridi andıran tüyleri olan bu kuşlar.
Tarihi evleri, taş yapıları, eskiden kalma konakları gezmek çok zevklidir. O güzelim mimariyi yakından görmek, işçiliğini resmetmek, içinde dolanmak. O yapılara güzellik katan bir unsur vardır bahçelerinde ya da duvarlarında. Kuş yuvaları.
Kimileri çok büyük, çok girişli ve ahşaptır, kimileri taşlara oyulmuştur. İnce ince işlenmişler, boyanmışlar, süslenmişlerdir. Bunca özenle yapılmış elişi kuş yuvaları eski yapıları bezerken çeşit çeşit kuşlar da bu yuvaları süsler, bahçeleri şenlendirir..
Kartal yuvası görmek her zaman mümkün değildir. Kartallar yuvalarını yükseklere yaparlar, zirvelere, dağ başlarına. Yükseklerde uçarlar. Bir Doğu Karadeniz gezimiz sırasında 3200 metre yüksekliğe çıktığımızda olabilecek en muhteşem seyirlerden birine tanık olmuştuk.
Biz bir tepenin üzerinde, bulutlar ayaklarımızın altında ve kartallar başımızın üstündeydi.
Süzülüşlerini izlemek soluksuz bir seyirdir kartalların. Kanat çırpmazlar, zarif, güçlü, kara kanatlarını alabildiğine açarak, dalarcasına süzülürler.
Yine aynı gezide ormanlarla kaplı dağlardaki bir yürüyüşümüzde, beyaz başlı kartalların ağaçlardaki yuvalarından başlarını uzatarak bizi izlediklerini görmek çok heyecan vericiydi.
Keskin bakışlı, yüksek uçuşlu kartalları bu kadar yakından görebilmek bir kez de Macaristan’da denk gelmişti. Avusturya Macaristan arasını otobüs ile kat ediyorduk. Kıştı. Macaristan’daki kar altındaki üzüm bağlarını seyrediyordum otobüsün penceresinden. Kar taneleri ışıl ışıl parlıyordu, yanıp sönüyordu gözkırpan kristaller gibi. Bağların çevresi kalın direklerle kuşatılmış ve direklerin arasında da teller gerilmişti. Kartalların, o direklerin tepelerine konmuş ve korkusuzca etrafı izliyor olmasına çok şaşırmıştım, kartal gördüğüme de çok sevinmiştim.
Su kuşlarının yuvaları sazların içindedir. Kolayca saklanabilecekleri, yavruların görünmeden büyüyebilecekleri yerlerdir uzun, buğday renkli, nazlı nazlı salınan sazlar.
Ucu kahverengi kadifemsi bir başlıkla kaplanmış sazlar, ördekler, angutlar ve diğer su kuşları için tek yuvadır. Seslerini, kanat çırpışlarını, acıkan yavruların ötüşlerini duyarsınız ama ara sıra uçmazlarsa onları göremezsiniz.
Martıların yuvaları denize dik inen kayalarda, yüksekçe yerlerdeki girintilerde olur. Oralara yaklaşanları gördükleri takdirde havalanır, üstünüzde uçarak ne yaptığınızı anlamaya çalışırlar. Gürültüyle uçarlar. Martıların ötüşleri kimileyin insan gülüşüne benzetilir. Her martı görüşümde aklıma o vazgeçilmez romanın kahramanı, Martı Jonathan gelir. Belki yakınlarda da bir Johathan vardır diye düşünürüm deniz köpüğü renkli kanatları olan martılara bakarken..
Delice, bir yırtıcı kuştur. Çığlıklar atarak uçar. Ankara Kocatepe Camiisi’nin üzerinde görebilirsiniz deliceleri deli deli çığlıklarını atarak uçarken. Delidolu bir güzellikle karşılaşırsınız onların uçuşlarına tanık olursanız.
Daralan tabiat alanları yırtıcı kuşlara uygun yerleri azaltıyor. Bunu en yakından Çeşme’de defalarca gördük. Evin üçüncü katının demirli küçük penceresinin o dar pervazına bir atmaca yuva yapmış ve kırçıllı tüylü, yuvarlak kocaman gözleri olan üç yavru çıkarmıştı birkaç kez.
Sabah erken kalkıldığında da ardıç çamlarının izin verdiği nispette, diğer evlerin üçüncü katlarına ya da çatılarına konan puhu kuşlarının o gri tüylü, keskin bakışlı, yassı kafalarıyla etrafı gözlediğini görmek mümkündür.
Yeni taşındığımız evimiz epeyce üst katlarda olduğu için gökyüzünü seyretmeye vakit ayırmada cömert davranıyoruz. Balkonda kitap okurken ara sıra başını kaldıran eşim, iki kez bana Ankara'nin göğünde, yüksekçe uçan, süzülen şahini gösterdi. Mavi boşluk içinde, kararlıca ve ustaca süzülen şahinin yolunu gözlüyoruz desem yeridir hafta sonları balkonda.
Yuva demek doymak, ısınmak, sevgi görmek, göstermek, beklenmek, beklemek, sevilmek, sevmek demektir. En güzel tüm kavramlarının harman olduğu, el olup şefkatlice okşadığı, söz olup gönül aldığı, en güzel işçilikle dokunduğu en yumuşak yastıktır, döşektir, masadır, akşam yemekleridir yuvalar.
Yuvaların en göz önünde olanları, en şirinleri, en çeşit çeşidi kuş yuvalarıdır.
Yakınınızda bir kuş yuvası varsa, yuvanın ne olduğunu daha iyi anlayabilirsiniz.
ACEMIDEMIRCI
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
MERHABA ASEMIDEMIRCI,senin guzel,menali yazilarini ozlemekde hakliyiz.Su defa neden yazacagina dogrusu cok merak edirdim.Masallah HER KONUDA ustasin,ve seni tanidigimcin cok sansliyim,.. seningibi her kes bildigini paylasmas,suda senin bir ozelliyin,,,Guzel,menali,akilli yazilari olan bir insanin neden yazar olmadikina cok saskinim,.,
YanıtlaSilAsemidemirci oncede yazdikim kibi senin yazilarini bazar gunlerinde okumaga adetliydiz,simdi bazardan sonraki gunlerde gormeyIde sevdiz,
Dogrusu kus yuvalari barede boyle bir merakli yazi okuduguma cok sevindim,en cok da leylekle,kartal yuvalari barede ,,,Benim evimde ucuncu katda,sabah acilanda balkonda yuva kuran guvercinlerin civiltisine oyaniram,kirli olduklaricin oradan govmaga calissam bele farki yok,hec bir yere getmezler,kendi hayatlarina devam ediyorlar,,,
Benim en cok sevdiyim kus karankuslardi,cok zemetseven,bir birine sadik olan kuslardi,balkonumun altinda beryoza agacinda yuva kurarlar,coplerden,otlardan,her yil onlarin nasil yuva kurmalarina izliyorum,,,
Kartallar magrur kus,malisef onlari yalniz zoparkda gore biliriz,yandan durub izliyorsan,kafesde olsa bele magrur,gururlu,yakinda onlar hagginda oyrencilerimle prizentasiya hazirlamak istiyorum,mayisde olan sergicin,nasil yasama terzleri,yuva kurmalari kibi seyler,,,
Asemidemirci ,arkadasim yenede yazilarini beklemekdeyiz,su yazi beni usaglikimin unutdukum noktasina bele apardi ,cok sag ol,basgalarini bilmem,ben cok memnun oldum.
YULIA.
Yulia,
YanıtlaSilCanım arkadaşım,
Yazılar sessiz sözlerdir değil mi?
Sessiz konuşmalar, anlaşmalar, oluşumlardır.
Ben de senin yorumlarına çok alıştım, yorumların adeta yazı tadında.
Ben de sanırım okuyan diğer arkadaşlarımız da senden farklı şeyler öğreniyoruz.
Bundan önceki son mesajında yazdığın babana ait söz çok hoşuma gitti ve unutmuyorum: "dostunun , dostluğundan emin olmak için onun bir kere kuyruğuna bas."
müthiş bir çıkarım, analiz, kesin sonuç verecek bir gözlem.
Şimdiye kadar pazar günleri yazıyordum yani taşınana kadar.
Taşınma sırasında ne yazı yazabildim ne de yazdıklarımı gönderebildim.
Uzunca bir süre internetsiz kaldık.
Şimdi hayat normale dönüyor, her şey yerine oturmaya başladı, noksanlar çok büyük ölçüde giderildi.
Gördüğüm, duyduğum, farkına vardığım her şey bana yazı olarak geri dönüyor.
Hatta çoğunu kağıda dökemiyorum.
Kafamda cümlerler oluşuveriyor.
O an yolda, yemek yapmakta, işte, sohbette olabiliyorum.
Canım arkadaşım, ellerine sağlık yazı tadındaki yorumların için.
Çok çok sevgilerimle.
ACEMIDEMIRCI