Anneme ithaftır.
Her insan içinde saklar gizli kırılganlığını. Kaya gibi, kale gibi gözükse de. Dağ gibi dursa,taş gibi gözükse de.
İnsan etten kemikten değil mi sonuçta. Etten kemikten olup da kanamayan olur mu? Kanayan yaranın da acımadığı olur mu?
Herkes gönlünün sesini dinler. Usludur kimi gönüller kimisininki de deli.
Uslu da olsa gönüller deli de her gönül sırça mayalıdır. Tuz buz da edilebilir, sakınılabilir de . Ama hepsinin birer gözyaşı şişesi olduğu ne zamanlar gelip geçer yaşam boyu.
Yüz hatları, kaba elleri sert olabilir insanların, ama sol yanlarında hepsi bir yürek taşır. Herkes bir kalp atışı kadar daha dünyadadır. Kalpler kırılır, kalpler gözükmez ama dil yaralarını, ayrılık acılarını, yitirmişlikleri, aldatılmışlıları , sevinçleri gizlice saklayan not defterleridir onlar.
İçi başka dışı başka derken aslında içindekilerini dışına vurmadan yaşayanları kast ederiz. İçi kan ağlasa da yüzü gülenlerden mesela.
Dışı güçlüyken içi kırılganlar da bu başkalığı yaşayanlardır, dimdik olmak tercihi çoktan yapılmış ayakta durulurken içerdeki sırça köşk, ne depremler atlatmış, ne fırtınalarda damı akmış, kiremitleri uçmuş, kırılmış, duvarları su emmiş, nemlenmiş, küf bağlamıştır.
Her gönül yaşamıştır sırça köşkünün karşı koyduğu fırtınaları. Bazen de koyamadığı kasırgaları.
Hayatın sabah yeli de olur, rüzgarı da, fırtınası da olur kasırgası da diyebilerek fırtınanın hasarını tadarken, kırılan sırça köşkün cam parçaları oraya buraya batmış kanatırken işe koyulmak, kendi gönlünü onarmak için gönüllü amele olmak, güçlü olmanın gerçek tanımıdır.
Güçlü olabilmek bazen maddi güç olarak anlaşılsa da manen güçlü olabilmek maddiyatla da elde edilebilen br şey olmadığından gerçek anlamda güçlü olabilmektir.
Güçlü ya da güçsüz, ayakta ya da sürünen her yürek sıcak dokunuşları duyumsamak ister.
Her kulak, en yumuşak tonda seslerle seslenişler işitmek ister. Ses dalgaları, kulağından içine işlesin ister ağıları temizleyip içini ağarta ağarta..
Hani şöyle dostça ya da içten sözcüklerin sıcaklığında ısınmak, katı bakışların, ağır , kaldırılamayacak, bıçak izi bırakan kelimelerin yüzüne de arkasından da edilmemesini arzular normalde insanlar.
Güzel bir sözün nasıl bir ilaç olduğunu bilmeyen yoktur. Yumuşaktır hem de yumuşatır güzel sözler. Merhem gibidirler.Yaraları iyileştirir, yara olmayan yerlerin de nasır bağlamaktan, katılaşmaktan uzak kalmasını sağlarlar.
Güzel sözler kadar güzel gülüşler de aydınlık bir lisandır. Daha ilkten en olumlu dalgaları yayan sade bir lisan.
Bir şefkatli elin dokunuşuyla hissedilenler, ruha masajdır. Ağlayan bir çocuğun başını okşama, sıkıntıdaki bir arkadaşın sırtına dostça dokunuş, yapayalnız bir yaşlıyla bir kaç laf etme, ben buradayım, sen yalnız değilsin, düşünülüyorsun demektir.
Herkesin istediği,başını koyacak bir omuzdur. Her baş, aynı zamanda yaslanacak bir omuz da olabilmelidir.
Omuzlar en sorumluluk taşıyan yerlerdir. Omuzlarda ağlanır, sorumluklar omuzlara yüklenir, hayatın tüm ağırlıkları omuzlarda taşınır.
Omuzlar da bazen kendi arkasında duracak başka omuzlar ister.
En çılgın haykırışlarla bağıran, gözlerinden yaşlar saçarak tehdit savuran kızgın insanlar görürüz. Onları yolda, okulda, işte her an görmeyiz ama dizilerde, filmlerde onlardan sıkça vardır.
Bir sevgi dokunuşu, sıcak bir söz, ben sana yakınım mesajını vererek ona dokunan, omzuna atılan bir el olmamıştır onların hayatında kolay kolay.
Kaç yaşında olursa olsun bir insan canı yanınca “Anne” der. Anne der çünkü anne, sevgidir. Karşılıksız her türlü vericiliğin tanımıdır anne. Baş okşamadır, gözyaşlarını silmedir, yüzünü sevmektir, sırtını sıvaşlamadır.
Sevginin doyula doyula yaşandığı tek kucaktır anne.
Nerede olursa olsun başı sıkışınca yardıma koşacak tek yakındır belki de.
Anne sadece sever, korur, okşar, sevgiyle dokunur.
Düştüğümüzde, canımız yandığında, sırtımızdan hançerlendiğimizde hep “Anne” deriz. Tek kelime vardır o anlarda edilebilen. Sadece “Anne”.
“Anne” demek, sevgi istemektir. Sevilmeye, korunmaya, bakılmaya ihtiyaç duyulduğunu anlatan tüm cümlelerin tek kelimelik özetidir anne sözcüğü. Yetişkinlikte bile ne denli çocuk ve aciz kalınabildiğini itiraftır anne diye haykırış.
Anneler de sevilmek ister. Anneler de “Anne” diyebilmek ister. Ama bazı anneler, annesizdir.
Bazı annelerin anneleri hiç olmamıştır. Onlar daha bebekken, daha küçücükken anneleri göçmüştür bu dünyadan.
Anne nasıl olur, nasıl sever, nasıl kızar, azarlar hiç bilememiştir annesiz anneler. O yüzden de nasıl kızılır, azarlanılır hatta nasıl sevilir hiç bilemezler.
Kimileri yakınlarınca büyütülmüş ve anne sevgisine neredeyse ulaşmışlardır ama yine de ait oldukları kucakta büyümediklerini hep hissetmişlerdir.
Annesiz anneler anne ararken anne olurlarsa, yavruları, hem çocukları hem de anneleri olabilir.
Canından doğduklarının kucaklarında büyümemiş olabilirler ama canlarından doğurduklarını kucaklarında büyütürken onların sevgisinde anne de olmuşlardır, anne olduklarının yavruları da.
Annesiz anneler, aynada hep bir anne görseler de, gerçek bir annenin neye benzediğini hiç bilmemenin acısını hep yaşarlar. Onların sırça kökleri hep bir yanında derin bir çatlak taşır. Annesizlik kırığı. Bu kırık hiç yapışmaz, hiç yok olmaz.
İnsan bu. Kırılmamak için kırar, üzülmemek için üzer.
Ağı da olur derman da ama derman olmak zordur.
Teselli etmek hem de nasıl zordur. Teselli edecek sözcükler yoktur ki., daha icat olmamıştır o sözcükler. Gözyaşlarını hangi sihirli sözcük bir çırpıda durdurabilir. Sözcükler değil ama zaman yapar bu tedaviyi.
Ne kadar teselli edilemeyecek durumlar olsa da, sözcükler ne kadar yetersiz, dil dökenler ne kadar aciz kalsa da yine de istenir yakında bulunanlardan yatıştırıcı çabalar.
Dil dökmek, teselliye çalışmak, yakınlarda olmak, düşünmek; kederleri gidermek için orada olmak anlamına geldir. Bu yüzden istenir işte en istenmedik durumlara düşüldüğünde yakınlar, eş dost, arkadaşlar uzakta olmasın, hemen dibinde olsun insanın. Omuz olsun, uzanan el olsun istenir yanıbaşlarda zorlu günlerde.
Duygu, coşku, öfke, acı, sevgi, yalnızlık her insanca çok iyi bilinir. Her nefes alışta, her an birisiyle içiçeyizdir bu etkileyenlerden. Şımartacağımız etkileyeni iyi seçmemiz lazım. Öfke, yalnızlık, acı vermek gibi seçenekler sadece karşıdakileri etkilemez, hırpalamaz, yormaz, bunları seçenleri de için için yiyip bitiren bir semiz kurttur. Meyve kurdu gibidir. Kemirdiği meyve, uygun gönüllerdir.
İtilmişlikten, dışlanmışlıktan, ilgisiz ve sevgisizlikten duyduğu üzüntü, acı, gözyaşları olmuş, gözyaşları içinde kalmış birine en güzel söz yumuşak bir bakış ve uzatılan bir eldir.
Bir el. Çok şey demektir.
Vermek demektir. Dokunmak demektir. Yara sarıcıdır.
Kaç yaşında olursa olsun gönlü kırık bir insan, annesinin kucağında, annesinin şefkatli eli saçsız başını kavrayarak göğsüne bastırırken sevildiğini duyacak, korunduğunu hissedecek kucaklanılmış, sahiplenilmiş olduğunu duyumsayacak bir bebek gibi aynen bu muameleyi görmek ister. Sarılıp, sarmalanmayı, insan olmanın dikeni, çakılı, sivri kayalıkları olan ağlamaklı anlarında, başının sıcak bir göğse bastırılmasını ister.
Çocuklar da ister bunu. Anneler de babalar da. Güçlü görünenler de. En güçsüzler de. İnsan, insanca bir sarmalamayla insan gibi kucaklanmak ister anne kucağı gibi kucaklarda.
ACEMIDEMIRCI
acemidemirci@gmail.com
25 Ekim 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapmak için gmail adresi gereklidir...
Yorumlar, blog yöneticisi tarafından denetlendikten sonra, uygun bulunması halinde yayınlanacaktır...
İyi paylaşımlar...
İletişim: usayken@gmail.com