Ne ince sanattır uslup.. Hani daha çok yazım alanında kullanılan bir sözcüktür sadece oysa. Bir niteleme. Belirleme.
Hani yazarlar altına isimlerini eklemeseler de bir yazıyı okurken anlatımdan, betimlemelerden, seçilen sözcüklerden, satırların renginden, yazarı anında tanıyıverdiğimiz tarz.
Her şeyde bir uslup vardır inceden ya da kaba saba.Sadece yazarların uslubu olmaz elbette.
Sadece edebiyat ve edebiyatçılar için kullanılan bir sözcük değil uslup ..
Ama her alanda da kullanılmaz bu kelime. Futbolcular için uslubu var denmez. Onların oyun tarzları vardır.
Uslup, ayak sesleridir bir benliğin. Dışavurumu, soyut niteliklerin somuta dönüşmüşüdür. Hani benliğimizin imzası olan. Hani içimizde olup da görülmeyen kavramları somutlaştıran, korkularımızın, öfkelerimizin, yalnızlıklarımızın, acemiliklerimizin, saflıklarımızın bir anlatım ile karşıdakilere yansıyıp, bizi betimleyen renk tonumuz vardır ya, onun adı usluptur..İçimizin alası, yüreğimizin karası, alnımızın akının rengidir.
Ah şu uslup dedikleri.. Ne yaman bir göstergedir. Kimileyin çarpıcı, kimileyin yıldırıcı.
Söylediklerimiz ne kadar doğru olsa da, söyleyiş biçimimiz doğru olmazsa yani uslubumuz yanlışsa, söylediklerimizin bir hükmü belki de hiç olmaz.
Leb demeden leblebiyi anlayanların, fırtına kopmadan fırtınanın kokusunu duyabilenlerin, her şeyden önce tedbirli olmayı benimseyenlerin, duygularını kontrol edenlerin, hissi davranmayanların, dolduruşa gelmeyenlerin, akla ilk gelene takılıp kalmayanların ve görünenin göründüğü gibi olduğuna iyice emin olmadan inanmayanların uslubu ile tamamiyle tersini yapanların uslubu, davranış biçimleri birbirinden çok uzaktır.
Bir evi döşeme, başlı başına bir usluptur.
Evler farklı farklı döşenir. Çeşit çeşit yorumlar katılır tek bir odaya değişik döşeyiciler eliyle. Aynı oda, üst üste her seferinde ayrı bir elden döşenseydi ve bozulup yeniden döşenseydi, her farklı elden çıkışta başka bir kişiliğe bürünür, bambaşka bir yer olurdu.
Bambaşkalık aslında bambaşka usluplardır, tarzlardır.
Apayrı bir dünyayı yansıtır her seferinde her bir elden çıkan sadece tek ve aynı oda. Aynı pencereler aynı gülmezdi, kimileyin çiçeklerle neşelenir, kimileyin koyu renkli ağır kumaştan perdeler ile sarmalanırdı. Duvarlar iç de açardı, ruhu da boğardı. Tabiat içeriye de taşınabilirdi, kasvet alabildiğine hüküm de sürebilirdi uslup ve iç dünyanın elele vermesiyle aynı odanın farklı ellerden çıktığı anlarda.
Kimi geometrik şekillerin hakim olduğu mobilyaları seçer evini dayayıp döşerken, kimi minimalisttir. Kimi otantik eşyalara bezer o aynı odayı, kimi antikalarla döşer. Bir de kır ve çiftlik evlerini yansıtan tarzlar vardır ki bakmalara doyum olmaz. Kareli ve çiçekli kumaşlardan döşemeler, perdeler, minderler, sepetler, pencerelerde rustikler, ahşabın sıcaklığı yumuşak, tatlı ve naif bir havanın hakim olduğu bir ortam oluşturur aynı odada.
Hayatımızı en etkileyen uslup, kuşkusuz kendi uslubumuzdur. Nasıl anlattığımız, neyi ne kadar anlattığımız, nasıl anladığımızdır uslubumuzun iskeleti.
İletişimi doğrudan etkiliyor uslubumuz. Bizi anlaşılır da yapabiliyor çekilmez de.
Söylenilenler yetersiz, yanlış, olgun olmasa da uslup onu çekici, dinlenilir yapabilir.
Doğru şeyleri yanlış uslupla söylediğimiz için doğru sonuç almadığımız, doğru anlaşılmadığımız mutlaka olmuştur. Eğer bu hep oluyorsa, doğruyu söylesek de uslubumuz yanlışsa, epeyce şanssızız demektir. Doğruyu, doğru biçimde söylemiyoruz anlamındadır bu.
Anlatılanı ustaca, usturubuyla allayıp pullamak, şirinlikler yapmak, en stresli ortamda gülünebilir bir şeyler söyleyebilmek cesaretini göstermek, yerinde ve sıcak tebessümler ile ortamı gevşetip ısıtmak, ille de dinlemek, dinlediklerinden karşıdakilerin beklentilerini belirleyip ona göre bir anlatım yolu bulmak, geçerli ve yapıcı bir uslup oluyor çoğu kez.
Doğru usluba sahipsek, doğruyu yanlış uslupla anlatandan çok daha başarılı oluyoruz. Elde etmek istediklerimize yorulmadan ulaşıyor, onca çaba harcamadan, helak olmadan kolayca işlerin altından kalkıyoruz.
Şimdilerde duygusal zekaca üstün gibi nitelemelere sahip olan bu tür kişiler, öteden beri elbette bu özellikleriyle fark edilen insanlar olagelmişler.
“Bir işi kırk kişi yapamaz ama o yapar” gibi, “deliksiz kabağa girer” gibi, “yılanı deliğinden çıkarır “ gibi tanımlamalarla vurgulanmış, doğru usluba sahip insanların özellikleri..
Yani eskilerin onları tanımlamasıyla “allem edip kallem edip” işi kıvamına getirenlerdir doğru uslup sahipleri. Doğru söyleseler de yanlış usluba sahip olanlar ise, başlarına iş de açabilirler, bir çuval inciri de berbat edebilirler ya da kötü duruma dahi düşebilirler. Neyi, nasıl, ne zaman söyleyeceğini bilmek, doğru uslubun şaşmaz şartlarından olmuştur hep.
Doğru usluba sahip olmayan bir kişi ne kadar didinse, çırpına çırpına uğraşsa da bir konuyu istenilen tava kolay kolay getiremez, yola koyamazken, doğru usluba sahip yani yolu yordamınca, karşıdakinin içini okuyarak konuya el atan kişi, öyle uzun uzadıya uğraşmadan, tereyağından kıl çekercesine güle oynaya işleri halleder.
Doğru uslup, belki geliştirilebilen bir özellik olsa bile bu niteliğe doğuştan sahip insanlara yetişmek pek mümkün gibi gözükmüyor.
Doğarken farklı yeteneklerle, özelliklerle, sağlık şartlarıyla doğuyoruz.
Taş devrinde doğanlarda kuşkusuz usluptan çok, bambaşka nitelikler değerliydi, öncelikliydi.
İletişim mutlaka bu kadar önde ve öncelikli değildi o zamanlar. Onlar ne edebiyatçı olmak için uğraşacaklardı önce barınma ve doyma varken ne de onca yorgunluktan sonra uzun uzun sohbet edebilecek zamanları bunca yorgunluğun ardından uyku çekip, dinlenmek ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı tetikte olmak, yırtıcı hayvan seslerine uykuda bile duyarlı olmak varken. O günkü şatlara dayanabilecek, avlanabilecek, tehlikeleri bertaraf edebilecek, barınmayı sağlayabilecek kadar kuvvetli bir fizik yapı ve hava durumunu, avlanma şartlarını ve tarihlerini kavrayabilecek, takip edebilecek bir zeka, o çağda en geçerli nitelikler olmalı. Hayatta kalmayı, zorlukların üstesinden gelmeyi sağlayacak bedensel güç ve anlak, o zamanın en gözde değerleriydi kesinlikle. Uslup diye bir konu henüz keşfedilmemiş olmalıydı. Olsa olsa avlanmada uslup olabilirdi taş devrinde.
Karanlık dönemlerde itaat, en büyük erdemken iletişim, uslup üzerine konuşma pek mümkün olamamıştır herhalde. Beklenen tek uslubun boyun eğip, itaat etmek ve razı olmak tavırlarından oluştuğu geçmiş çağlarda.
Nasıl bugün uslup gözde niteliklerden biriyse, her çağın kendine göre önde tutulan nitelikleri varmış. Hatta peygamberlerin gösterdikleri mucizelerin de kendi çağlarında geçerli olan gözde niteliklere uygun olduğu bilinir.
Hz. Musa zamanında büyü, sihir konuları rağbetteymiş. O yüzden Hz. Musa'nın asası yılan olarak diğer yılanları yutmuş.
Hz. İsa zamanında tıp çok rağbetteymiş. Hz. İsa ölüyü dirilterek o çağda en çok ilgi gören alanda mucizesini göstermiş.
Peygamberimiz Hz. Muhammed zamanında edebiyat öndeymiş ve Kur'an'ı Kerim şiirsel bir dille inmiş, diğer mucizelerinin yanı sıra..
Okuyanın, aynı konuyu bilenin çok, aynı yeterliliğe ulaşmışların hayli kabarık sayıda, iş olasılığın az olduğu günümüzde değerler, önceki zamanların değerlerine hiç benzemiyor.
Doğru usluba sahip bir kişi, kendinden zekaca ve hatta eğitimce daha önde, çok ileride olanların önüne geçebiliyor.
Bu çağ, teknolojinin uzakları yakın, görünmez yerleri anında görünür, duyulamaz mesafedekileri bir ahize kadar yakınlaştırdığı çağ, biliyoruz. Karanlık geceler, ışımak için sadece ay ışığına mahkum olmaktan çıktı nicedir. Gürül gürül akan sulara hükmedildi. Denizin derinliklerindekilerden de, uzayın karanlıklarındakilerden de haberdarız. Bunların olağan ve sıradan olduğu çağın içindeyiz.
Okuyanın, eğitilenin, okyanus aşırı yerler ve medeniyetler görenlerin, karadan, havadan denizden yolculuk yapanların çok olduğu bir çağda, aynı imkandan yararlanan, aynı eğitimden geçenlerin sayısı giderek daha da artıyor.
Dışarıdan sağlanabilecekleri yani eğitimi ya da bazı becerileri sağlamış olanların alabildiğine çok olduğu günlerdeyiz yani.
Aynilikleri taşıyan insanları ayrı yapan unsur, usluplar oluyor. Hatta bazen aynilikler taşımadan da bile öne çıkarıyor uslup bir kişiyi.
Uslup, söylediklerimizin, bakışlarımızın, davranışlarımızın,ses tonumuzun, yaklaşımlarımızın, konuyu ele alışımızın, seçtiğimiz kelimelerin, detaya iniş ya da inmeyişlerimizin altında bir imza olarak duruyor. İmzamız olarak. Bizi tanımlıyor.
Bizi yoradabiliyor, hem de nasıl kolaylık da katabiliyor hayatımıza. Telefonumuzun çalış sayısını da belirliyor, eğitimimizi, yetiştirilişimizi bir kalemde silebiliyor daha az eğitimliler yanında, onca diplomalarımızı bir kağıt parçasına çevirebiliyor yanlış uslup, acımaksızın verilmiş emeklere..
Yani uslup, ustaca,usulca ama usluca uğurlu da olabiliyor uğursuz da.
ACEMIDEMIRCI
acemidemirci@gmail.com
31 Ağustos 2010 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapmak için gmail adresi gereklidir...
Yorumlar, blog yöneticisi tarafından denetlendikten sonra, uygun bulunması halinde yayınlanacaktır...
İyi paylaşımlar...
İletişim: usayken@gmail.com