Şu günlerde internette bir iki video geziniyor. Bir aslan ve onu bulan iki adam ve yine bir aslan ve onu yavruyken besleyen, büyüten, ona bakan tabiri caizse aslanın annesi bir kadına ait videolar.
Sevgi dolu, minnet ve vefa ile dopdolu görüntüleri duygulanarak izliyorsunuz bu videolarda.
Aslanlar artık aslan yavrusu değil, kocaman, yeleli, kükredi mi ortalığı inletecek cinsten.
Ama gerçek birer aslan yavrusuymuşlar, aslanlar gibi hatırlıyorlar yapılan iyilikleri, gösterilen sevgiyi.
Bu hayvanlar ne duygusal zeka, ne kişisel gelişim ne de empati eğitimi almazlar, yaranmak gibi bir tasaları yoktur, karşılıksız severler, karşılık beklemezler, içten pazarlık onlarca bilinmez.
Sevgiye sevgiyle karşılık verileceğini kimse onlara öğretmese de, kimse onlara kişisel gelişim seminerleri, duygusal zeka kursları, empati, insanlık, dostluk nutukları atmasa da, biliyorlar onlar doğuştan bunların hepsini aslan gibi.
Ya insan gibi olsalardı...
İnsanlık söylemlerini bile bencilce yapabilecek, insanlık, hak gibi kavramların sadece kendisi söz konusu olunca çiğnenmemesi, gözardı edilmemesi, uygulanması gerektiğini en yırtıcı tavırlarla savunacak ama başkaları için söz konusu olunca “Benim sorunum değil, bana ne” diyeceklerden olsalardı.
İşte burada düşünmeden edemiyorum. Birçok insan insanlık konusunda yarışırken, açlar, açıktakiler, yetimler, yaşlılar, yoksullar, parasız pulsuz hastalar ve doğa için elinden geleni yaparken bazıları da farklı mı farklı olabiliyor.
Ne kadar şehirli olsa da, belli markalar satın alıp giyinip kuşansa, arabası, evi en pahalısından lüksünden de olsa hatta bir de son günlerin yaygın eğitimlerinden olan kişisel gelişim kurslarına katılmışlığı bulunsa da, insanlıktan nasibini almak ne kursla ne seminerle ne de üç beş kitap okuma ile tam olarak gerçekleşiyor.
Bu tür etkinliklerin, kuşkusuz bu konuda konuşurken birkaç cümle kurabilme, bir kaç laf edebilmeye faydası büyük. Bu bilgiler uygulamada kullanılmadıkça, seminerde kulaklara girenler empati olarak tavırlara yansımadıkça, gözlerin, vücüdun diline, dilimize özümsenerek yerleşmedikçe kimseye faydası yoktur. Üstelik bunlar için bir de zaman harcamış olan onca yetişkinin bunca küçük meselelerle uğraşması da acıtıcıdır.
İnsanlar vardır, insanları incitir. Haksızlık kendilerine uğramamalıdır. Uğrarsa işte o zaman kıyametler kopar ama başkalarına uğradığında göz yumarlar. Aman etliye sütlüye karışmayayım da düşman edinmeyeyim, kimseyle kötü olmayayım diye akıllarınca akıllılık ederler oysa haklının hakkını göz göre göre haksızlık ederek, yutkunarak gözardı ederse asıl o zaman kendi kendine düşmanlık ettiğini yani saygınlık uyandırmak bir yana saygı duyulmayacak tavırların, kaypak hallerin güvenilmez kişileri olarak belleneceklerini bir türlü kavrayamazlar.
Hayvanlar vardır, efsanelere konu olmuşlardır. Pek çoğumuz aç insanların, aç bilaç çocuklarını gazetelerden okur ve sadece üzülürüz o kadar, onlar için yaptığımız sadece o haberi okuduğumuz süre içinde üzülmektir. Ancak muhtaç, kayıp bir çocuğu bulan bazı hayvanların onlara bakıp büyüttüğünü duyarız bazen. Bugünlerde yine internette gezinen, bir bebeği bulan ve onu büyüten maymunların, o bebeğin yerini keşfeden insanlara bebeği vermemek için mücadelesini anlatan bir video, hem güldüren hem düşündüren cinsten.
Bazı hayvanlar efsaneleşmiş, efsanelerde, destanlarda yer almıştır. Hatta kutsal sayılmışlar, heykelleri dikilmiştir. İnsanları kurtuluşa götüren, aydınlığa çıkaran efsanevi hayvanlar vardır.
Tarzan, bir roman kahramanı olsa da sonuçta, ormanda tek başına kalmış ve hayvanlarca büyütülmüş bir kahramandır.
Sahibi ölen köpeklerin, sahiplerinin başlarından ayrılmadığını biliriz. Atların da.
Atların, üstlerinden düşen süvarilerini çiğnememek için bazen sakatlanmayı göze aldıklarını bilmeyen yoktur.
Pek çok kedi ve köpek, evlerinden ve sahiplerinden binlerce kilometre uzaklaştıktan sonra yıldızların yardımıyla yol alarak evlerine ulaştılar diye haberler okuruz sık sık. Her ne kadar kediler aslında evlerine ulaşmış olmak için o yolu katetseler de köpekler mutlaka sahipleri için onca yolu katederler. Çocukluğumuzun vazgeçilmez romanlarından ve zaman zaman yeni uyarlamaları çekilen filmleri sıkça yapılan Lassie'nin hikayesinde, hayvanların yansıttığı insanlık, ne kadar açık şekilde görülmektedir.
İnsanlardan daha insancıl olabilen hayvanlara bizim bakışımız da farklı farklıdır. Bazen hayvan sevmek, bir hayvanı evde beslemek yani doyurmak, belli saatlerde onları sokakta tasma ile gezdirmek, kırlar yerine odalardaki kanepeler üzerinde, odadan odaya gezinti yapacak kadar dar alanlarda koşuşturmasına izin vermek olarak yansır. Bu hayvanlar her zaman iyi muamele de görmez. Dövüldükleri ve sık sık azarlandıkları da olur.
Kangal köpekleri çok özel bir cinstir. Günde bir kez yemek yerler, sırtlarının arka bacaklarına kavuştuğu nokta aslanlarınki gibi eğimli iner. Bu, onlara hızlı koşma, dayanıklı olma özelliği kazandırıyormuş. Bu hayvanlar bekçi ruhlu oldukları için geceleri devriye gezer, belli bir alanı koşarak kolaçan ederlermiş. Yanılmıyorsam bir gecede kırk kilometre koşarlarmış.
Bir iki hafta öncesine kadar yan bloğun kocaman arka bahçesinin bir apartman için çok geniş ama bir gecede kırk kilometre koşan bir kangal için çok küçük bahçesinde, iki kangal çaresiz biçimde yaşıyor, arka korulukta sabahları gezinen yedi nüfuslu köpek sürüsüne çılgınlar gibi havlıyor, onları uzaklaştırmak için tel örgülere tırmanmaya çalışıyor, engelleri aşamadıkça daha da sinirleniyorlar ve sürü uzaklaştıktan sonra yorgunluktan bitap halde çimlerin üzerine uzanıp uyuyakalıyorlardı.
Bu nasıl hayvan sevmektir, insanca mıdır bu sevgi? Kangalı sevmek, kangalı, apartmanların kangal için bir hücre gibi algılanacak arka bahçelere bağlamak mıdır?
Bir varlığı tabiatının çok dışında, sanki başka yaratıkmış gibi yaşamaya zorlamak, onun en doğal getirileri olan genlerinin kodlarına işlenmiş hayatı yaşamasını değil de kendi kurallarımıza göre bencilce, tasmayla sanki hayvanlar doğada apartmanlar inşa ediyorlar da, apartman dairesinde yaşıyorlarmış gibi dairelere tutsak ederek yaşatmaya itelemek insanca mıdır?
Bir insan için mahkumiyet belki de en büyük korkulardan biriyken, tüm doğası ormanlar, dışarılar, gökler, gökyüzünün altı çimlerin üstü, kanat çırpmak, uçmak uçmak, bir gecede kırk kilometre koşmak, fabrika ürünü mama yemek değil de avlanmak üzerine olan bir varlığı, bir apartman dairesinin bireyi yapmak ne denli insalıktır, nasıl bir insanlıktır?
Gelincik sadece bir bahar çiçeği değildir, Mayıs ayında kırmızının en huysuz tonlarıyla gülümseyen. Gelincik, çatılarda, terk edilmiş taş ya da ahşap evlerde yaşayan, toprak evlerin damlarında rastlanan sincabımsı, çok da sevimli, küçük, tüylü bir hayvandır. Gelinciği görmek kolay değildir ama orada olduğunu anlatan izlere rastlamak, tıkırtısını duymak olasıdır. Çok çeviktir. Bazen insanların üzerine sıçrayıp ısırdığı da olur korkunca.
Gelincik görünce hiç bir şey yapmamak gerekirmiş, “Benim güzel kızım, gelinciğim, sen çok güzelsin” gibi laflar bile denmeliymiş hatta. Bu iltifatları duymak istermiş nazlı gelincikler. Onlara bir kötülük yapılırsa, zehirli tükürükleri ile mesela yemeklere tükürür ve üzücü olaylara sebep olabilirlermiş.
Eğer gelinciğin orada yaşadığı farkedilir, karşılaşınca da iltifat edilirse gelincik dostluğunu gösterir ve sessiz bir anlaşma içinde o kendi dünyasında insanlar da kendi dünyalarında yaşar giderlermiş. Gelincikli evler gördüm, orada yaşayanlar, onları incitmemeye olanca güçleriyle uğraşıyorlardı.
Köpek besleyen pek çok insan var, bazıları dar mı dar evlerde yaşamaktalar.
Amaçları yalnızlıklarını paylaşmak. Hele de deprem bölgesinde yaşıyorlarsa, depremi önceden sezdikleri ve duyarlı olduklarını herkesin bildiği bu hayvanları beslemeye düşkün oluyor kimileri.
Köpek besleyenlerin bir kısmı, köpeklerini gezdirdikleri parklarda, köpeklerle kurdukları kadar kolay iletişim kuramadıkları insanlarla, köpek sahipleri olarak tanışıyor, anlaşıyor, kaynaşıyorlar. Köpekler onlar için bir iletişim aracı oluyor bir yerde. Aracısız iletişimin çok zorlaştığı hatta iletişimin sanallaştığı bu çağda, gerçek iletişim bazen köpekler vasıtasıyla kuruluyor.
Kimileyin yeni yetmeler görürüz, babaları onlara lüks bir spor araba almıştır, cep telefonları en pahalısındandır ve henüz satın aldıkları yavru köpekleri birkaç bin dolardır. Bu gençler, köpeklerin de en pahalısını tercih ederler. Bir sokak köpeğinin, bir gözü hasta ve akıntılı sekiz yavrusundan birine hiç ilgi göstermezler, öyle bir köpek onların köpeği olamaz. Çünkü fiyatları birkaç bin dolar değildir. Bedavadır. Cinsleri yabancı dilde bir ada sahip değildir, sadece sokak köpeğidir onlar.
Hayvan sevmek ne kadar güzel bir nitelik ise hayvanlarla ilgili bazı konularda insanlara saldıracak kadar duyarlı olan bazı hayvansever sıfatlı insanların, insanlara ait konularda duyarsız olmaları, hatta insanlara karşı tavırlı olmaları, insanların haklarına hayvanların hakları kadar önem vermemeleri ve çiğnemeleri de o kadar zıt, çelişkili bir niteliktir.
Alp Dağları'nın tüm yeşilliğiyle, göknarlarıyla, ladinleriyle, çiçekleriyle, çamlarında öten binlerce ve rengarenk bülbülleriyle bir masal ülkesine çevirdiği Slovenya, Bled'de, göl kenarında dinlenen kuğuların, ördeklerin yanlarından geçerken bizden hiç korkmamalarına, umurlarını bozmamalarına çok şaşırmıştım. Kısa sürede ben de onların umursamazlığını umursamamaya başladım. Kuğular ve ördekler ile insanlar Bled'de gölün iki yanındakilerdi. Suyun içindekiler kuğular ve ördekler, kenarındakiler de insanlardı. Birlikte yaşayıp gidiyorlardı birbirlerine saygı ve sevgi içinde suyun içindekiler ve dışındakiler..
Ne kuğular ne ördekler, ne onca bülbül ne de kurbağalar çevrelerindeki insanlardan en ufak bir kötülük görmüyorlar, taşlanmıyorlar, sapanla avlanmıyorlar, tekmelenmiyorlardı. Onlar için insanlar, göl kenarında yürüyen, ortalığı hiç kirletmeyen hatta temizleyen ve kendilerine yem veren zararsız varlıklardı. Orada hayvanlarca böyle algılanıyor olduğumu farketmekten büyük mutluluk duymuştum. İnsan olduğumu, insanlığımı hissede hissede duyumsamıştım.
Heykeller de insan biçimlidir ama ruhları yoktur, canları yoktur, soğukturlar. Bir heykel gibi şeklimize ithafen insan olarak algılanmak yerine, eylemlerimizle, gösterdiğimiz sevgiyle, sevgi dolu sözcüklerimizle ve bakışlarımızla, iyilik için çarpan kalbimizle, o dilimizden düşürmediğimiz erdemleri gerçekleştiren ellerimizle, hallerimizle insan olduğumuzu duyumsarsak, insan olduğumuzu duyumsatırız da..
Not: Ziya Dedem'den: “Sureta insan olmayın”
ACEMIDEMIRCI
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapmak için gmail adresi gereklidir...
Yorumlar, blog yöneticisi tarafından denetlendikten sonra, uygun bulunması halinde yayınlanacaktır...
İyi paylaşımlar...
İletişim: usayken@gmail.com