18 Eylül 2009 Cuma

Şekerlemeler, çikolatalar, yeni giysiler, el öpmeler, harçlıklar ve eskilerinin daha güzel olduğu söylenen anlar: Bayramlar

Eskiler bazen yenilerden daha yeğdir. Antikacılarda ya da eskicilerdeki eskilerin yanı sıra yaşanmışlıkların da bazen geride kalanları daha anlamlı olabiliyor.
Eskilerin kusursuz olarak , tam layıkıyla yerine getirdiği, anlamının hakkını verdiği ve yaşadığı günlerdendir bayramlar. Artık televizyonda şekerleme reklamlarında gördüğümüz eski bayramları andıran görüntüler ya da sık sık dinlediğimiz bizim çocukluğumuzdaki bayramların tadı bambaşkaydı ifadeleriyle başlayarak anlatılan eski bayram günlerini belki anımsayanlar da olacaktır.
Hatırlayabildiklerimiz ile hiç olmazsa ucundan kıyısından bizim de o günlerin kalıntılarını tatmış olduğumuzu anlamak, asla satın alınamayacak ve hiç bir bedelin onun değerini karşılayamayacağı güneşte kurutulmuş bir anı, tadı bizlerin de yaşadığını fark edebilmek bulunmaz bir ayrıcalık.
Bayramlar şehirlerde daha törensel, daha yerine getirilmesi gereken adımların gerçekleştirildiği bir havada geçerken küçük yerlerde çok candan, sıcacık, çocukların şekerlere ve harçlıklara boğularak, panayıra, lunaparka, oyun alanlarına götürülmeleriyle gerçekten bayram ettikleri günlerdir.
Bir Kapadokya şehri olan Aksaray bayramında güne nasıl başlanır? Eğer Kurban Bayramı ise ilk gün kurban günüdür, genellikle kurban etiyle kavurma yapılıp yenilerek güne başlanır, o ana kadar oruçlu gibisinizdir, ilk olarak kavurmadan tadılmalıdır. Bir tadımın ardından alışılmış kahvaltılar edilir. Sonra ziyaretler başlar. Ramazan Bayramı ise yani şeker bayramı, tüm ramazanın ardından ilk kez kahvaltı edilir ve büyükler evlerde aile küçüklerinin gelip ellerini öpmelerini beklerdi. El öpenlere, büyükleri onlar için hazırladıkları beyaz ya da kenarları renkli çizgili bez mendilleri, çorapları, ördükleri hırkaları, boyunbağlarını, kazakları hediye ederlerdi. O gün için geniş sofralar kurulur, bayram telaşının bir kaç gün öncesinden yaşandığı hazırlıkların vazgeçilmezleri olan peynirli, ıspanaklı börekler, tuzlu hamur işlerinin yanında mesela el açması, içi ceviz dolu ve daha ağzınıza götürürken dağılan ev baklavaları, üzerindeki benek benek pütürler eleğe ya da kalbura basılarak şekillendirildiği için kalbura bastı denilen tatlılar, ya da oklavaya sarılı yufkanın iki uçtan sıkıştırılarak büzülmesinin ardından oklavanın yufkanın içinden çekilmesiyle buruşuk görünümlü bir hal kazanan yufkaların sıra sıra ya da yuvarlaklaştırılarak tepsiye dizilip pişirilmesinin ardından üzerine kestirme yani şerbet dökülerek yapılan babaannenim tatlısı katmer, illa olması gereken yaprak sarmaları başta olmak üzere sunulan yemekler ikram edilirdi. Ev baklavalarının lezzeti asla unutulmayacak kıvamdadır. Usta ev hanımları incecik açılan yufkalardan yaptıkları baklavaların şerbetlerini de ustalıkla dökmelidir. Baklavanın soğumuşluğu da, şerbetin sıcaklığı da istenilen tavda olmalı, olmazsa baklavanın kıtır kıtır ağızda dağılışı istenilen gibi olamaz, hamur kıvamına dönüşü de engellenemez. Bir baklavanın yufkalarını açmak ne denli zahmetli ise ince ince, yırtmadan, piştikten sonra kesilişi de o kadar hüner ister. Eğer uzunlamasına ve boylamasına kesikler atarak kesmek isterseniz pişmiş baklavayı, bu da olabilir ama maharetli eski hanımlar bu kesimi küçümser ve ille de göbeği baklava dilimlerinden oluşmuş, halı göbekleri gibi bir merkezden giderek çoğalan, yan yana dizilerek sanki güneş ışınları gibi bir desen vererek resim gibi nakşedilmiş göbeğiyle baklava sinisinin tüm görselliğini de ihmal etmezler. Baklava ikramı, sininin kenarlarından alınan baklava dilimleri ile yapılarak, geometrik bir motif halinde çok güzel görünen göbek, olabildiğince korunur ve ne denli maharetle kesim yapıldığı alabildiğine gösterilmeye çalışılırdı. Eski hanımların ne kadar hamarat ne kadar mahir oldukları, pilavı tane tane yapabilmelerinin yanında baklava göbeğini desenli kesebilip kesemedikleri ile de ölçülürmüş o vakitler. Düğünlerde sırf bu göbek motifini oluşturması için baklava kesmeye çağrılan baş konuklar olurmuş mutlaka.
Çocuklar için bambaşka sabahlardı benim de okul öncesi tanık olduğum Aksaray’ daki bayram sabahları. Henüz apartmanların hiç olmadığı, çoğunlukla yeşile boyalı ve iki katlı, ön ve arka bahçelerinde kesinlikle hünnap, iğde, kadıngöbeği cinsi erik, zerdali kayısı, hem beyazıyla hem siyahıyla dut ağaçları , genellikle evin önünde ve balkona doğru tırmanan birkaç asma, kadife çiçekleri,horoz ibikleri mutlaka dikilmiş olan geniş evlerin dizili olduğu sakin sokaklar ve bu evlerden o sakaklara çıkanların birbirlerini mutlaka selamladıkları, birbirleri ile temel komşu oldukları, iyi, kötü, acı, mutlu her anlarını paylaştıkları, bazen dünür bile oldukları, sokak başındaki bakkal amcanın her gün sipariş üzerine çeyizlerini hazırlamakla meşgul etamin işeyen gençkızlara gülkurusu, fıstık yeşili işleme iplikleri getirdiği, samimiyetin, içtenliğin yitmediği , şehir hayatının kargaşasının asla uğramadığı bir yerdi. Oralar üzüm kültürünün en hasının yaşandığı yerlerdir. Aşeri üzümlerinin sapına şıra yürümeden toplanmazdı. Üzümler kurutulur ve iğde ile birlikte çerez edilirdi. Her evin bahçesi olur ve iğde ağaçsız bahçe olmazdı. İğde hem tüm kışın kuruyemişini sağlayacak çalı cinsi bir ağaç hem de nazara karşı koyacak en etkili savunmalardan biridir. Her evin bahçesinde olan iğde ağaçlarının bahçe duvarlarından dışarı sarkarak nazarı önlediği, hünnap ağaçlarının kızıl meyvelerinin küpe gibi sallandığı dallarındaki parlak yapraklarının güneş altında ışıl ışıl parladığı Aksaray’ın bu sokaklarında, bayram sabahları çocuklar toplanır, maniler okuyarak kalabalık öbeklere dönüşürler ve sokağa açılan ya da bahçe kapısından girildikten sonra ulaşılan ev kapılarını erkenden çalar, evin sahibi hanım kimlerin geldiğini çok iyi bildiği için kapıyı hazırlıklı açar, elindeki porselen ya da cam şeker kasesini uzatır, çocuklar bazen avuçlayarak bazen de eğer ilk bayramlaşma anlarıysa bu tarzda benim gibi, mahçup bir şekilde dümdüz mısır püskülü sarılığındaki kahküllü saçlarıyla başlarını öne eğer, bir tane şeker alır ve teşekkür ederdi. Bu arada beyaz saten üzerine ufak ufak çiçek desenli, bele kadar dar, belden itibaren ara ara plileri ile genişlik kazanan ve belinde aynı kumaştan dikilmiş, arkadan fiyonk yapılarak bağlanmış kuşağı olan annenizin bayram için diktiği ve diğer çocukların da özenerek baktığı giysinizi de itina ile sakınırdınız, tozdan, sıçrayacak her hangi bir lekeden. Şeker ikramından sonra içinde iğde, kurutulmuş siyah üzüm hatta bazen ceviz içi de olabilen çerez torbasından ya da kasesinden ceplere çerezler koyulur, cebi olmayanlar yanlarında getirdikleri ve muhtemelen annelerinin kışlık erzakları sakladığı Amerikan bezinden keselere, aldıkları şekerleri, yemişleri doldururlardı. Mahallede kapısı çalınacak evler gezilip, bayramlaşma tamamlandıktan sonra eve dönülür ve hayatlarının o ana kadar kazanç hanesine işlenmiş ilk getirileri olan topladıklarını öğünerek anne babalar ve anneanne-babaanne dedelere gösterirlerdi. Kendi anneleri ya da anneanneleri de kendi kapılarına gelen diğer çocuklara aynı ikramları yapmış bulunurlardı.
İlk bayram harçlıkları sabah evdeki bayramlaşmada alınır sonra da gidilen yerlerdeki büyükler, kağıt paralar olarak verdikleri harçlıklarla çocukları hayli zenginleştirirlerdi. Genellikle sofadan açılan odalardan en büyüğü olan misafir odasında sırtınızı halı yastıklara dayayarak sedirler üzerinde otururdunuz ve yerde de mutlaka kökboyanın en halisinin kullanıldığı ve makine halısının hiç bilinmediği hatta bilindiğinde de küçümsendiği, dünyanın en bildiği halılardan biri olan ve aynı adı taşıyan köyde dokunan bir Taşpınar halısı olurdu. Halı yastıkların üzerinde, ucunda yaygı denilen ve dilim dilim ucuyla hareketli bir görünüm kazanan, içinde çiçeklerden, kuşlardan, geometrik şekillere kadar her biri ayrı güzellikte desenler taşıyan dantellerin dikildiği beyaz patiskalar örtülü olurdu. Mangalda kahve pişirilir, yani cezveler mangala sürülürdü eğer kahve içmek isteyen olursa. Bir de Mehmet dedem bana büyük pirinç havanda, havan eli ile sarı leblebi döver ve sonra eklediği toz şeker ile leblebileri birlikte biraz daha döverek leblebi tozu yapardı. Bu tür bir bayram ve çocukluğun yaşanılmasının şimdi olası gözükmediği günlerdi.
Bayramlaşmaya memleketlere gidilir, memleket ve oradaki yakınlar ile bağ koparılmaz ne uzaklarda yalnız kalınır ne de memleketten uzak kalınırdı.
Şimdi bayramda eğer büyükşehirlerde iseniz, olağan günlerdeki kalabalığın, kargaşanın aksine tatil merkezilerini doldurmak üzere akın etmiş kent sakinlerinin yokluğuyla boşalmış ve bu sayede nefes alan yaşadığınız kentin nefes alabilmesi sayesinde de sizin de nefes aldığınız bir ortam görüyorsunuz. Sabah işe gitmek için çıktığınızda günün yoğun saatlerine nispeten daha tenha olmasına rağmen buram buram egzoz kokan sokakların hiç olmazsa bayramlarda araçların azalması ile ya daha az koktuğunu ya da daha normal bir hava teneffüs ettiğinizi hissediyorsunuz. Sokak sokak bayram gezmeleri çok azaldı, bayram ziyaretleri birkaç aile büyüğüne gitmek ile sınırlandı. İğde, kuru siyah üzüm, akide şekeri toplayan çocukların sesleri de artık tatil merkezlerinde su kaydıraklarından kayarak havuza inen çocukların seslerine bıraktı yerlerini.
Hepimizin bayramı kutlu olsun. Daha nicelerine sağlıkla ve mutlulukla..
ACEMIDEMIRCI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapmak için gmail adresi gereklidir...
Yorumlar, blog yöneticisi tarafından denetlendikten sonra, uygun bulunması halinde yayınlanacaktır...
İyi paylaşımlar...

İletişim: usayken@gmail.com