27 Ağustos 2009 Perşembe

DALLARINDAN MÜZİK, YAPRAĞINDAN SERİNLİK SAÇAN YEŞİLLİK: AĞAÇLAR

Yüksek gövdelerinin heybetiyle yukarılara doğru kol atmış, yaprakları rüzgarda kıpır kıpır oynaşırken sıcak yaz günlerinde gönüllü olarak serinlik saçan hatta Uludağ’dan inerken rastlayacağımız gibi kaç asırlık olduğunu kendisinin de unuttuğu, her bir dalı bir ağaç gövdesi kalınlığında , bir dönüm alanı kaplayan dalları ve yaprakları altında huzurlu ve serin serin çay içenlere keyif sunan kır kahvesinin çatısı görevini yapan o ulu çınar gibi, kayısı, zerdali, elma, nar, şeftali, armut ve pek çok diğer çeşit meyveler veren, çocukken tırmanıp bir tane koparabilmek uğruna belki de düştüğümüz, dizlerimizi, dirseklerimizi parçaladığımız alıç, ahlat ağaçları, ya da hatmi gibi, mürver gibi, manolya gibi çiçek açan, renkler sunan, bürümcük bürümcük nakışlı çiçeklerinin kokusunu tüm mahallenin ferahlaması için buram buram salan veya araba kullanırken , patikadan yürürken asla az ötedeki koyu yeşilliğe girmenizi aklınıza getirmemek üzere içerideki ormana bekçilik ederek, kimseleri oraya sokmamak için dikenli dallarıyla en ufak bir teşebbüste kolunuzu, bacağınızı, elinizi, yüzünüzü çizmeye hazır halde beklerken bir yandan da doğanın orman kenarına ördüğü çitler iğde, böğürtlen gibi kırmızı kırmızı ya da mor mor meyvelerini de cömertlikle sunan onca ağacın sevilmeyi ne kadar beklediğini hep düşünürüm.
Ağaç sevmek başka bir şeydir. Çocuk sevmek gibidir. Ancak bu ifadeyi herhangi bir ortamda kullanırsanız biri “Onlara ad da veriyor musun?” diye sorabilir. Gerek yok onların zaten adı var. Ağaçlara uzak ve betonlar içindeki insanlar için ağaç sevmek bazen beraberinde bu tür yadsınacak sorular sordurtabilir öte yandan bir ad, ille de bir ad taktıkları evcil hayvanları mesela köpekleri olabilir bu soruyu soranların. Doğayı sevmek, bloklar içinde bir köpek beslemekle kanıtlanmış olunuyor sanılabilir.
Ağaç sevmek apayrıdır. O sizin evdeki evcil hayvanınız değildir. Her yerdeki ağacı sevmektir ağaç sevmek. Her ağacı sevmek yani. Toroslar’daki bir servi de olabilir, Alp Dağları’ndaki bir ladin de. Her yerdedirler ve hepsini seversiniz. Yapraklarının matlığından ne kadar tozlandığını, yağış alıp almadığını, hangi dalında bir kuş yuvası olduğunu, yuvanın görüntüsünden bir kırlangıcın mı, ağaçkakanların mı, örücü kuşların yuvası mı olduğunu hemen anlamakla başlar ağaçlara sevgi yani doğa sevgisi. Bahçeniz varsa her sabah ilk iş, henüz hiç yorulmamış, ise, kire bulanmamış taze havayı soluyarak yeni yapraklara bakmak, kuruyanları, sararanları temizlemek, suyunu vermek, çiçeği var mı, tomurcuğa durmuş mu pür dikkatle dallarını, kabuklarını taramaktır. Baharda su tutması için gövde kenarlarına derinlik kazandırmak, çiçeklerinin açmasını gözlemek, son baharda gövde kenarlarını kapamaktır. Gübre kokusunu bile hayat veren bir unsur olarak giderek yadsınmayan hatta kanıksanmasa bile kanıksanılmaya çalışılan bir doğal aroma kabul etmektir. Ceviz yaprağının tetiriyle elimizin kararmasını, o yaprağın olağanüstü ıtırı sayesinde gülerek görmek ve kına muamelesi yapmaktır. Bir meşenin kenarı su taşı işlemesini andıran dalgalı kıvrımlarıyla ince ve uzun yapraklarını yerde görünce biraz burkulmaktır, düşen pelitleri yani palamutları almak, ya tohum olarak bir kenarda muhafaza etmek veya bir kül ateşinde közleyip yemektir.
Ağaç sevmek, her ağacın yaprağının biçimini, rengini bilmek, dilinden anlamaktır. Sahil çamlarının rüzgarda sanki ıslık çalar gibi söylediği şarkısını, bir konçerto dinler gibi dinlemektir. Eğer bir kuş ona konarsa, ağacın yalnız kalmaması için sessizliğe gömülmeyi bilip, kuşları kaçırtmamaktır. Fıstık çamının kozalarından fıstıkları çıkarıp, kabuklarını kırıp dolmalara koymak ama birkaç kozalağı da ille tohum olarak saklamaktır.
Ağaç sevmek, anıt ağaçlara hürmet göstermektir. Aynen bir büyüğe gösterilen hürmet gibi. Kimlerin gölgesinde konakladığı, hangi aşıkların altında buluştuğu, kimlerin ne muratlar için dalına çaputlar bağlayıp dilekler dilediği ağaçlardır onlar. Kimileri mahkeme ağacıdır, idamlar bile yapılmıştır dallarında, kimileri dilek ağacıdır, kimileri çiftçilerin Temmuz sıcağında harmanın ortasında, çörekotlu çömlek peynirini yufka ekmeğinin içine koyarak yaptığı dürümünü, testisinden ayran içerek gölgesinde afiyetle yediği sarı başakların arasındaki yalnız ağaçlardır, bazıları da efsanelerle anılırlar, dalları kesilirse altlarında akan ırmağa kan akıttığı söylenir Aksaray’daki Kanlı Pelit gibi, bazen de iki bin yaşına gelmiş zeytinler vardır kaç devri görmüş geçirmiş, kutsi ve bereketli..
Ağaçlar hep verir. Oksijen verir, meyve verir, gölge verir hatta gövdelerini bile verirler gün gelir.
Ağaçsız bir manzara olmaz. Manzaramız hep yeşil olsun..
ACEMIDEMIRCI

3 yorum:

  1. Sevgili Acemidemirci,

    o kadar güzel anlatiyorsunki. Keske bize verdikleri gölgeyi, oksijeni, yesilliklerin dahada kiymetini bilsek. Özellikle sehir yapilanmasinda. Hani yerlesim yerleri yapilmak icin ormanlar kesiliyor´ya, veya bina binaya bitisik yapilirkene, araya bir agac bile sigmayacak seklinde yapiliyor. Keske her binanin etrafinda agaclar olsa, gölgesinde yufkanin arasina cömlek peyniri koysak, yesek.
    Simdi güleceksiniz bu aksam iftari bekleyemeyecegim diye :))

    YanıtlaSil
  2. Elifcim,
    Senin esprili anlatımın, sanırım sadece beni değil okuyan diğer arkadaşları da gülümsetiyor.
    Gülmek, haftanın önceki günlerinin yorgunluğunu taşıyan haftanın bu son günü için ciğerlerimize oksijen solumak, enerji dolu saf meyve sularından kana kana içmek kadar etkili tazelenmekte.
    Gülmek, karşıdakileri de güldürür, değil mi?
    Çok selamlar.
    ACEMIDEMIRCI

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Acemidemirci..en sonunda başardım galiba..Aiesintilerdeyim..ve Sevgili Usayken..ellerine sağlık..paylaşacağımız sayfaları çoğalttığın için..

    YanıtlaSil

Yorum yapmak için gmail adresi gereklidir...
Yorumlar, blog yöneticisi tarafından denetlendikten sonra, uygun bulunması halinde yayınlanacaktır...
İyi paylaşımlar...

İletişim: usayken@gmail.com