“Olgun başak eğik durur eğer dikse içi koftur” lafını bir başka severim.
Sadece başak burcu olmam nedeniyle değil bu sevgi. Bir hali, özlüce ve kestirmeden bu denli anlaşılır anlatan sapsade bir açıklama olmasındandır bu lafa değer verişim.
Başaklar... Buğday tanesinden çillenir. Tek bir taneden. Toprağa düşen bir tek taneden.Topraktan baş verir. Herkesin ezdiği, üzerine basıp geçtiği ama herkese en cömertçe her şeyini veren topraktan. Hani Mevlana demişti ya..
Yağmur yer, güneş görür, yenidoğan bebeklerin saçları gibi cılız mı cılız görülür ilk. Bebek saçı gibidir, açmışcasına kaplar yüzeyi. Cılız bir yeşildir önceleri.Boy atar gün be gün. Dolgun yeşil başaklara dönüşür dik duran yeşil gövdeler.Sıcaklar altında yeşil solar, buğday sarısına çalar.
Başak, olgun başak olma yolculuğunu tek başına başaramaz. Önce topraktan baş verip yeşil filizini gösterir karanlıktan, gün ışığına uzayarak.. Sonra da güneşin ve bereketli yağmur sularının altında sabırla, emekle kazanır eğik duran dolu başak olmayı.
Tek başak tanesinden onlarca tane oluşur. Yeşilken daha diktir bir başağın tarlada duruşu. Hamken yani. Rüzgarda salınmaları, eğilmeleri bir ahenktir uzanıp giden gökyüzü altında yayılıp giden uçsuz bucaksız tarlalarda.
En zarif eğiliş başakların dalgalanmasında görülür. Yeşil başaklar, esintinin eğdiği yöne renk oyunlarıyla bezenmiş dalgalar oluşturarak yatarken, olgun başaklar dolu dolu başlarının ağırlığını taşımakta güçlük çeken ince gövdeleri üzerinde başlarını bükerler, rüzgar olsa da olmasa da.Sessiz bir saygı içindedirler en saygı duyulacak nimetlerdenken buğdaylar.
Başları yana düşüktür. Başları dopdoludur. Bereketle dolmuştur içleri.
Başları, olmuş, dolmuş, besleyici nimetle doludur. Dopdoludur. Dopdolu başağın başı eğiktir. O baş dik durmaz çünkü doludur.
Eğik durmak ne eğikliktir ne ezikliktir. Karşıdakine hürmettir. Karşıdaki her zaman olgun bir başak olmayabilir.
Dolu insanla boş insan farkı elbette mecazi bir yakıştırmadır. Doluluk bilgide, öğrenmişlikte, görüp geçirmişlikte, görüp geçirmişliğin çıkarımlarını kullanmakta, insan olunduğunu, insanı insan yapan özellikleri unutmadan yaşamakta, insan kimyasının yakıcı, söndürücü, sulayıcı, delici, onarıcı pek çok nitelikten oluştuğunu peşin peşin kabul etmektedir.
İnsan vücudunun dörtte üçü sudan oluşuyor. Kimyamız böyle.
Her insanın suyu, ayrı pınardan çıkar. Kaynaklar bir değildir. Kimi kaynağın suyu ekşi, kimi kaymağın suyu şeker gibi, kimi kaynağın suyu acı mı acıdır. Hatta zehir gibi olanları da bulunur.
Yeşil başak dimdik durma özelliğindeyken, güneşin altında kavrulmuş, herkesin ihtiyacı olan taneleri sunan sarı başaklar, dik durmayı çoktan bırakmışlardır.
Bir orakla destelere dönüşecek olan olgun başaklar, olgunluğunu sadece renklerinden değil doluluklarını gösteren, bükülmeden eğilmeleriyle de anlatırlar.
Toprağa düşmüş, suyu, yağmuru, doluyu, üstüne basıp ezen acımasız ayakları, buğday tarlasında dolanırken sırf eğlence niyetine sapını ağzında tutmak için başağın başını bir anda gövdesinden koparan hoyrat elleri görmüştür onlar.
Kasketinin altındaki yüzü erkenden kırışmış, güneşin sıcağında yüzü gözü tere bulanmış çiftçinin geçim kaynağı olduklarını görmüştür başaklar.. Eğer iyi bir hasat olursa mutluluğu, düğünleri, doyan karınları, eğer dolu, sel, kuraklık olursa, kurak toprağa düşen gözyaşlarını görmüştür.
Başaklar bükülmezler, eğilirler.
Onları olgunlaştıran, dopdolu, tane tane yapan toprağa, havaya, suya, yağmura eken, diken, biçen ellere, öğüten değirmene, hamur yapan anaya, ekmek yapan fırın işçisine eğilirler saygıyla.
Başağın olmuşluğu, havadan, sudan, insan elinden yontulur . Bunu bilir başaklar. Olgunlaştıkça eğilir onlara saygıdan bu yüzden. Olgunluğunu sağlayanlara eğilir sessiz ya da rüzgarda dalgalı yatışlarıyla hafiften bir mırıltıyla.
Olgunluk , doygunluk getirir. Bu gurur yeter başaklara.
Buğday sarısı renginden, eğik duruşuna kadar anlatır görüntüsü olgunluğunu dolu başakların. Daha söze gerek var mıdır dik durmak gibilerinden?
ACEMIDEMIRCI
acemidemirci@gmail.com
7 Eylül 2010 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)